11 Ekim 2022 Salı

BİR SÖZLEŞMENİN KİRA SÖZLEŞMESİ OLARAK TANIMLANMASI VE BUNA BAĞLANAN BAZI HUKUKİ SONUÇLARIN İNCELENMESİ

 

 

BİR SÖZLEŞMENİN KİRA SÖZLEŞMESİ OLARAK TANIMLANMASI VE BUNA BAĞLANAN BAZI HUKUKİ SONUÇLARIN İNCELENMESİ

 

 

Kira sözleşmesi 6098 s. TBK m.299’da Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Şeklinde tanımlanmıştır. Görüleceği üzere bir kira sözleşmesinden bahsedebilmek için;

 

·         Sözleşmede bir kiralayan ve bir de kiracı olmak üzere iki taraf olacaktır. Kiralayan ya da kiracıların birden fazla gerçek ya da tüzel kişiden oluşması bu gerçeğe aykırılık teşkil etmez.

·         Kiralayan, kiraya verdiği şeyin belli bir süre ile sadece kullanılma hakkını kiralayabileceği gibi, kullanmayla beraber ondan yararlanılmasını yani hukuki semerelerinin de kiracıda bırakmayı da kabul edebilirken, kiracının borcu ise bu kiralamanın bedelini üstlendiği şekilde kiracıya ödemek yükümlülüğü altına girebilir.

 

Bu tanıma göre Yargıtay;

 

·          Davacı ile davalı şirket arasında imzalanan 16/06/2014 başlangıç tarihli, günlük kira bedeli 225 TL olan 10 gün süreli sözleşme, araç kira sözleşmesi (taşınır kira sözleşmesi) olup taraflar arasındaki uyuşmazlığın TBK'nın 299 vd. maddeleri gereği çözümlenmesi gerekmektedir. Buna göre, Mahkemece, taraflar arasında geçerli olan kira sözleşmesi hükümleri de değerlendirilmek suretiyle kiralanan araçta meydana geldiği iddia edilen zarar ile davacının zararının belirlenmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; uyuşmazlığın niteliğinin tespitinde hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir. içtihadıyla araç kiralama ilişkilerinin kira sözleşmesi olduğunu ve 6098 s. TBK m.299 .vd hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiğini (Y.3.H.D. 25.11.2020 tarih, Esas: 2020/10845; Karar: 2020/7085)

Uyuşmazlığa konu bir sözleşmenin yukarıda özellikleri açıkça belirlenmiş bir kira sözleşmesi kapsamında olup olmadığının tespit edilmesi oldukça önemlidir. Yargıtay, “Davacının delil olarak gösterdiği icra dosyası taraflar arasında kira ilişkisinin varlığı bakımından kesin delil teşkil etmediği gibi davalı bu icra dosyasında da kira ilişkisini açıkça kabul etmemiştir. Bu durumda; kira ilişkisinin varlığı, başlangıç tarihi ve süresi bakımından taraflar arasında bir çekişme bulunduğundan mahkemece bu hususlar üzerinde durularak tarafların bu konuda gösterecekleri tüm deliller toplandıktan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru değildir.” (Y. 6. H.D.  16.01.2014 tarih, 2013/ 6723 E., 2014/432 K.) içtihadıyla bu hususta taraflar arasında bir çelişme varsa bu çelişmenin öncelikle giderildikten yani kira sözleşmesinin varlığı hakkında bir olumlu-olumsuz bir tespit yapıldıktan sonra diğer taleplerin dikkate alınması gerektiğini hükme bağlamıştır.  

 

Bir sözleşmenin kira sözleşmesine ait olup olmadığının tespiti, davanın açılacağı görevli mahkemenin tespiti, uygulanacak kanun maddeleri, arabuluculuk dava şartına bağlı olup olmadığı gibi diğer pek çok hukuki sorunu etkileyeceğinden oldukça önemlidir. Bu hususun önemini belirten bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında

·         Davanın asliye hukuk mahkemesinde görülerek taraflar arasında yapılan kira sözleşmesinin davacı üniversite bakımından da geçerli ve bağlayıcı olup olmadığının tartışılması, hukuken geçerli bir kira ilişkisinin varlığının saptanması hâlinde işgal ve kötü niyetli bir kullanım durumu olmayacağından davanın reddedilmesi, aksi hâlde ise ecrimisil isteği yönünden bir karar verilmesi gerekirken, sulh hukuk mahkemesi tarafından davacının isteminin farklı yasa ve koşullara tabi bulunan kira alacağı olarak nitelendirilerek karar verilmesi doğru görülmemiştir. ”(Y.H.G.K. 06.10.2020 tarih, 2020/8-242 E.; 2020/712  K.)

 

Görüleceği üzere, bir kira sözleşmesinin varlığının kabul edilmesi halinde sulh hukuk mahkemesinde kiraya ilişkin hükümler uygulanacakken, geçerli bir kira ilişkisinden bahsedilmemesi halinde ise bu defa asliye hukuk mahkemesinde ecrimisil adı verilen haksız işgale ait hukuk kuralları uygulanabilecektir. Yine kira ilişkisinin varlığından bahsedilecekse tahliye hükümleri yönünden dava değerlendirilebilecekken, geçerli bir kira ilişkisi olmadan bir zilyetliğe tecavüz varsa 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine yapılan tecavüzlerine karşı mülki amirlikçe zilyetliğe tecavüzün son verilmesi ya da el atmanın önlenmesi davaları gündeme gelebilecektir. Bu hususta Yargıtay’da ;

 

·          davalının ibraz ettiği kira sözleşmesinin davacı bakımından da geçerli ve bağlayıcı olup olmadığının tartışılması, hukuken geçerli bir kira ilişkisinin varlığının saptanması hâlinde işgal ve kötü niyetli bir kullanım durumu olmayacağından davanın reddedilmesi, aksi hâlde ise el atmanın önlenmesi ve ecrimisil istekleri yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde görev nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi doğru değildir. (Y. 3. HD. 30.05.2019 tarih, 2017/ 8612 E., 2019 / 5171 K.)

 

Kira sözleşmelerinin niteliği gereği bir sonu olması gerekmesi nedeniyle kira sözleşmesinin süresinin de belirlenmesi önem arz etmektedir.

6098 s. TBK sisteminde kira süresinin açık ve net bir süre olarak belirlenmesi gibi bir zorunluluk aranmamıştır. Başka bir deyişle, kira süresinin sona ereceği süre, kira sözleşmesinin varlığı için bir unsur olarak değerlendirilmemiştir. Bu hususta 6098 s. TBK m.300’de “ Kira sözleşmesi, belirli ve belirli olmayan bir süre için yapılabilir. Kararlaştırılan sürenin geçmesiyle herhangi bir bildirim olmaksızın sona erecek kira sözleşmesi belirli sürelidir; diğer kira sözleşmeleri belirli olmayan bir süre için yapılmış sayılır.” şeklinde düzenleme yapılarak kira sözleşmesinin belirli ya da belirsiz süreli olarak belirlenebileceğini hükme bağlamıştır. O halde bir sözleşme;

·         Açık veya örtülü biçimde bir süre belirlenmişse ve herhangi bir bildirim olmaksızın kararlaştırılan sürenin geçmesiyle sona erecek kira sözleşmesi belirli süreli kira sözleşmesidir. Başlangıcı belli süresi belli olan sözleşmelerdir (Ceran, Mithat: Kira Sözleşmesi ve Tahliye Davaları Ankara 2019, s. 130)

·         Bu nitelikte olmayan tüm sözleşmeler belirsiz süreli kira sözleşmesidir.

      Kira süresinin belirlenmesi, sözleşmenin sona ermesi, uzaması.. vs gibi diğer tüm hukuki sonuçları açısından oldukça önemlidir. Çünkü öncelikle bir kira sözleşmesinin belirli bir süre sonunda biteceği kabul edikten sonra, ona bağlanacak sonuçlar da başkaca hukuki sonuçlar doğuracaktır. Bu nedenle Yargıtay,

·          Davaya dayanak yapılan ve hükme esas alınan 28.09.2008 başlangıç tarihli ve beş yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kiralananın niteliğine göre sözleşme B.K.'nun adi kiraya ilişkin hükümlerine tabidir. Sözleşmenin 5. maddesinde "sözleşmenin geçerli olacağı süre sözleşme tarihinden itibaren 5 yıldır. Sürenin sona ermesinden 3 ay önce kiracı sözleşmeyi feshettiğini diğer tarafa yazılı olarak bildirmedikçe, sözleşme aynı şartlarla ve aynı süre için uzatılmış sayılacaktır." düzenlemesine yer verilmiş olup, bu düzenleme ile kiracıya 5 yıllık sürenin bitiminden 3 ay önce fesih iradesini bildirmediği takdirde sözleşmenin aynı koşullarda 5 yıl daha uzatma hakkı tanınmıştır. Kiracı sözleşmede kararlaştırılan sürede fesih hakkını kullanmadığından, sözleşme 28.09.2013 tarihinden itibaren 5 yıl süre ile yenilenmiş olup, sözleşmede kiracıya tanınan bu hak kiralayanın ihtarıyla tek taraflı olarak ortadan kaldırılamaz.” (Y. 6. HD. 09.12.2014 tarih, 2014/ 12102 E., 2014//13668 K. )

İçtihadıyla; belirli süreli kira sözleşmelerinde sözleşmenin bitiminden sonra sözleşmenin uzatılacağına dair yapılan anlaşmaların geçerli olacağını kabul etmiştir. Bu nedenle bir kira sözleşmesinin bitim tarihinin belli olması yahut belirlenebilir olması önemlidir.  

    Kira süresinin bitmesi, kira ilişkisinin bittiği anlamına gelmez. Bu nedenle bir kira sözleşmesinin süresinin bitiminden sonra taraflarca sözleşme feshedilmemişse, kira sözleşmesinin bitiminden sonraki döneme ait talepler de ecrimisil değil, yine kira hukukuna ait kurallar çerçevesinde çözümlenecektir. Başka bir deyişle; kira sözleşmesi tarafların ortak iradesiyle feshedilmedikçe veya mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmadıkça geçerliliğini koruyacaktır. Bu hususta Yargıtay,

·          Dava, kira alacağı istemine ilişkindir. Taraflar arasında noter onaylı 01.01.2005 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi bulunmaktadır. Kira sözleşmesi tarafların ortak iradesiyle feshedilmedikçe veya mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmadıkça geçerliliğini korur. Davaya konu taşınmaz çatılı işyeri olup sözleşmedeki kira süresinin bitmesi kural olarak akdi ilişkiyi sona erdirmez. Davacı 01.01.2006 - 12.12.2007 tarihleri arasındaki kira bedellerinin ödenmediğini belirterek tahsilini istemiştir. Dava dilekçesinde tahsili istenen miktar ve kira parası açıklanmamış, taşınmazın davalının işgalinde olduğu belirtilerek emsale göre tespit edilecek bedelin tahsili istenmiştir. Taraflar arasında kira ilişkisinin varlığı tartışmasızdır. Yukarıda açıklandığı gibi sözleşme süresinin bitmesi taraflar arasındaki kira ilişkisini kendiliğinden sona erdiren bir sebep değildir. Uyuşmazlığın sözleşme hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek çözüme kavuşturulması gerekir. Sözleşmede kira parası yıllık 250 TL olarak belirlenmiştir. Davacı kira parasının sözleşmedeki miktardan daha yüksek olduğunu iddia ediyorsa bu iddiasını yasal delillerle kanıtlamak durumundadır. Mahkemece sözleşme dışına çıkılarak alacağın, bilirkişiye tespit ettirilen rayiç kira bedeli üzerinden kabulüne karar verilmesi doğru değildir. (Y.6.H.D. 25.06.2013 tarih, 2013/6659 E., 2013 / 11034)

    Madde metni, kira sözleşmesinin süresinin açıkça yazmamasını kira sözleşmesinin bir unsuru saymamışsa da bir kira sözleşmesinden bahsedebilmek için bir şeyin kullanımının bir süre için kiralanması iradesinin olmasını kira sözleşmesinin varlığı için şart koşmuştur. Bu nedenle bir şeyin belli bir süre için kullanımının kiralanması iradesini içermeyen sözleşmeler kira sözleşmesi olarak kabul edilmeyecektir. Bu hususta Yargıtay;

·          Davalının belirli bir alandaki, (ihale sonucu) belirli bir bedel karşılığında fıstıkları kendi nam ve hesabına toplamayı üstlendiği, bu çamlık alanın belirli bir süre ile kullanımına yönelik bir akid yapılmadığı dikkate alındığında, taraflar arasındaki ilişkinin kira değil satım sözleşmesi olduğunun kabulü gerekir. Açıklanan bu nedenle mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekmiştir.(Y. 3. HD. 11.02.2019 tarih, 2017/4981 E., 2019/915 K.)

içtihadıyla bir şeyin belli bir süre kullanılmasının açıkça düzenlenmemesini kira sözleşmesi olarak kabul etmemiş, belli bir süre ile kullanma amacıyla kiralama iradesini net bir şekilde aramıştır.

 

                                  YAZAR AV. YUSUF YEŞEREN

                            

6098 SAYILI TBK m. 302 İLE KİRAYA VERENE YÜKLENEN VERGİ VE BENZERİ YÜKÜMLÜLÜKLERE KATLANMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN KAPSAMI VE BU KAPSAMDA KİRA STOPAJININ KİME YÜKLETİLECEĞİ SORUNU

 

6098 SAYILI TBK m. 302 İLE KİRAYA VERENE YÜKLENEN VERGİ VE BENZERİ YÜKÜMLÜLÜKLERE KATLANMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN KAPSAMI VE BU KAPSAMDA KİRA STOPAJININ KİME YÜKLETİLECEĞİ SORUNU

 

 

6098   sayılı TBK m.302’de kiraya verenin ikinci borcu olan vergi ve benzer yükümlülüklere katlanma borcu, “Kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülüklere, aksi kararlaştırılmamış veya kanunda öngörülmemiş ise, kiraya veren katlanır.” Şeklinde düzenlenmiş olup, kiralanana malik olmaktan kaynaklanan tüm yükümlülükler kanunda açıkça öngörülmedikçe yahut taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça kiraya verenin yükümlülükleri arasında sayılmıştır. Başka bir deyişle, bu madde ile düzenlenen kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülüklerden kasıt kiralananın kullanılmasından değil, kiralananın kendisinden kaynaklanan asıl giderlerdir. (Y.3.H.D. 11.12.2018 t. 2018/ 6066 E.,2018/12636 K.)

 

 

   Madde metninin en önemli özelliklerinden birisi de kural olarak sigorta, vergi ve benzeri yükümlülüklere katlanma hususunda kural olarak kiraya veren sorumlu tutulmuşsa da taraflarca bu hususta farklı düzenlemeler ile kiracının sorumluluğuna gidileceğine dair kira sözleşmesinde düzenleme yapılabilmesine imkan tanınmasıdır. Bu hususta Yargıtay,

 

·          Davada dayanılan ve hükme esas alınan, yenilenerek en son 01.03.2014 başlangıç tarihli ve 10 yıl süreli yazılı kira sözleşmesinin yapıldığında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kiralananın şimdiki durumunun 27.612 m2 arsa olduğu otomobil teşhiri, satışı, servisi ve otopark olarak kullanılacağı belirtilmiş olup, kira sözleşmesinin özel şartlar bölümünün 6. maddesinde "emlak vergisi ve çevre temizlik vergisi kiracıya aittir" düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Tarafların özgür iradesi ile kararlaştırılan bu şart geçerli olup tarafları bağlar. (Y.3.H.D. 05/03/2018 tarih,  2017/2696 E.; 2018/1996 K.)

  Madde metni incelendiğinde; kiralanana yüklenecek sigorta, vergi ve benzeri yükümlülükler kiralananla ilgili olmak ve yapılması yasalarca zorunlu kılınmış olmak şartı aranmış olup, “zorunlu” olma niteliğinde olmayan kiralamalar için kiraya veren sorumlu tutulamayacaktır.

Özellikle vergi yükümlülüklerinde tarafların anlaşması, devletin vergi alacağını talep edeceği muhatabını değiştirmemekteyse de bu yöndeki aksi bir anlaşmanın varlığı yani herhangi bir vergisel yükümlülüğe kiracının katlanacağına dair bir anlaşma kiraya veren tarafından kiracıya bu bedelin ödenmek zorunda kalınması halinde rücu hakkı vermektedir. Bu hususta Yargıtay,

 

·          Taraflar arasında uyuşmazlık bulunmayan … başlangıç tarihli bir yıl süreli kira sözleşmesinin özel şartlar üçüncü maddesinde stopajın kiracı tarafından ödeneceği kararlaştırılmış olmakla TBK 'nun maddesi gereği vergi ve benzeri yükümlülüklere katlanma borcu davalı kiracıya yüklenmiştir. Somut olayda; stopaj bedellerinden esasen davalı kiracının sorumlu olduğu ancak ödeme yapmadığı ve stopaj bedellerinin davacı kiraya veren tarafından ödendiği anlaşılmaktadır. Mahkemece stopaj bedelinden davalı kiracının sorumlu olduğu ancak ödemediği hususu dikkate alınarak davacının ödediği stopaj bedelinin hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile bu talep açısından davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. (Y.3.H.D. 11.12.2018  tarih,  2018/ 6066 E.; 2018 / 12636 K.)

 

Ancak bu giderlerin ödenmemesi nedeniyle tahliye istenebilmesi mümkün değildir. Bu alacaklar genel hükümler dairesinde kiracıdan talep edilebilir. Bu hususta Yargıtay,

 

·          Davacı vekili 01.03.2014 başlangıç tarihli ve 10 yıl süreli kira sözleşmesinin özel şartlar bölümünün 6.maddesine dayanarak 03.06.2015 tarihinde tahliye istekli icra takibi ile istenen emlak ve çevre temizlik vergisi tutarı 2.201.810 TL. nin ödenmediğini, icra takibine yapılan itirazın haksız olduğunu belirterek itirazın iptalini ve temerrüt nedeniyle kiralananın tahliyesini istemiştir. Davalı vekili davalı şirketin kira ilişkisinin başladığı 01.07.1996 tarihinden beri hiç emlak vergisi ödemediğini sözleşmede belirtilen bina vergisinin ödediğini, sözleşmede belirtilen bina vergisini ödediğini kaldıki emlak ve çevre temizlik vergisi kira bedelinden sayılan yan giderlerden olmadığından temerrüde esas alınmayacağını, davanın reddini savunmuştur. Türk Borçlar Kanunu'nun 302 ve 303. maddesinde bahsedilen zorunlu sigorta vergi ve benzeri yükümlülükler ve giderler eşyanın kiralanmasından ve kullanılmasından bağımsız kiralananın kendisinden kaynaklanan giderlerdir. Bu hususu düzenleyen Türk Borçlar Kanunu'nun 303 ve 341.maddelerindeki ifadelerden yan giderlerin kiralananın kullanımıyla doğrudan ilgili olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Türk Borçlar Kanunu'nun 302. maddesinde sözü edilen kiralananla ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülükler ise kiralananın kullanılmasından değil kiralananın kendisinden kaynaklanan asıl giderlerden olup Türk Borçlar Kanunu'nun 303 ve 315. maddelerinde bahsedilen yan giderlerden kabul edilemez. Bu gibi giderlere ilişkin yükümlülüklerin sözleşme ile kiracıya yükletilmesi onların kira bedelinin bir parçası olduğunun kabulünü gerektirmez. Kira bedelinden sayılmayan bu giderlerin ödenmemesi temerrüte esas alınamaz. Bu nedenle Türk Borçlar Kanunu'nun 315.maddesine dayanılarak tahliye istenemez. Ancak genel hükümlere göre alacak şeklinde kiracıdan tahsili istenebilir. Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular karşısında temerrüt hukuksal nedenine dayalı tahliye davasının reddi gerekirken kiralananın tahliyesine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (Y.6.H.D. 20.09.2016  tarih,  2016/5242 E.; 2016/5299 K.)

 

·          6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 302. maddesinde vergi ve benzeri yükümlülüklere katlanma borcu, aynı Kanun'un 303. maddesinde kiralananın kullanımıyla ilgili olan yan giderlere katlanma borcundan ayrı olarak düzenlenmiş ve yan giderlere dahil edilmemiştir. Emlak, çevre temizlik v.s. vergiler kiralananın kullanılması karşılığı olmayıp, idarece yapılan bir hizmetin karşılığı olarak idareye ödenmesi gereken bir yükümlülüktür. Bu itibarla kiralananın kullanımıyla ilgili olan yan giderlerden ayrılmıştır. Nitekim Türk Borçlar Kanunu'nun 315. maddesinde kira bedeli veya yan giderlerin ödenmemesinin temerrüde esas olacağı kabul edilmişken, vergi ve benzeri yükümlülükler bu madde kapsamına alınmamıştır. Kanundaki düzenlemenin aksine, vergi borçlarının ödenmemesinin de temerrüde, akdin feshine ve tahliyeye mesnet olarak kabul edilmesinin, kanunun hükmüne açıkca aykırı düşeceğinin anlaşılması karşısında düzeltme dileğinde ileri sürülen sebepler HUMK.nun 440.nci maddesindeki yazılı hallerden hiç birisine uymadığından vaki düzeltme isteğinin REDDİNE (Y. 3. HD. 04.04.2017 T. E: 9272, K: 4570)

Taraflarca vergi ve diğer yan yükümlülüklerin kiracı tarafından karşılanacağı kararlaştırılmış olsa da, bu hususta yargılama yapan mahkemece talep edilen yükümlülüğün taşınmazdan kaynaklandığını araştırmalıdır. İlgili taşınmazdan kaynaklandığı tespit edilemeyen diğer yükümlülüklerin kiracıya yükletilmesi mümkün değildir. Bu hususta bir bölge adliye mahkemesi kararında;

·          Her ne kadar taraflar arasındaki sözleşmenin 5/b maddesinde resmi mercilerce kesilecek her türlü borç, ceza, tazminat ve giderlerin kiracıya ait olduğu belirtilmiş ise de, söz konusu cezanın tahakkukunun davalının kullanımıyla ilgisi iddia ve ispat edilemediğinden, sözleşmenin 5/b maddesinin somut olayda uygulanabilir olmadığı kanaatine varılmıştır. (İstanbul B.A.M. 16. HD. 11.10.2019 tarih,  2017 / 2395 E., 2019 / 2065 K.)

Yine bu hususta Yargıtay,

·         Türk Borçlar Kanunu'nun 302.maddesi uyarınca kiraya verenin ödemesi gereken vergi yükümlülüğünü kiracı kira sözleşmesindeki düzenleme ile üzerine aldığına göre kiraya verenin ödediği emlak vergilerinin hangilerinin davalının kiracı olduğu yere ait olduğu tespit edilmeden yazılı şekilde itirazın iptaline karar verilmesi de isabetsiz olmuştur. (Y.6.H.D. 20.09.2016  tarih,  2016/5242 E.; 2016/5299 K.) şeklinde içtihat ederek mahkemeye bu konuda araştırma yükümlülüğü yüklemiştir.

193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun 70. maddesinde, kira gelirleri de, Gayrimenkul Sermaye iradı olarak değerlendirilmiş ve gelir vergisine tabi tutulmuştur. Yasanın 94. maddesi ise “Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zirai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler ........ 70 inci maddede yazılı mal ve hakların kiralanması karşılığı yapılan sayılan ödemeleri .... nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar.” düzenlenmesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere 193 Sayılı yasa hükümlerine göre, işyeri kirasında gelir vergisini tevkifat yaparak kiracının ödeyeceği, vergi sorumlusunun kiracı olduğu, açıktır. Ayrıca 213 Sayılı yasanın 8. maddesi Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişidir. Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir. Vergi kanunlariyle kabul edilen haller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna mütaallik özel mukaveleler vergi dairelerini bağlamaz. Bu kanunun müteakip maddelerinde geçen "mükellef" tabiri vergi sorumlularına da şamildir.” Düzenlemesine yer verilmiştir. Bu nedenle vergi borcundan işyeri kiralarında kiracının sorumlu olduğu sabit olduğu gibi, kiracı tarafından tevkifatın yapılmaması yahut sözleşmede aksine hüküm belirlenmesi, kiracıyı sorumluluktan da kurtarmaz. (Y. 6. HD. 21.05.2012 T. E: 2012/6054, K: 7574) Ancak bu kural, vergi dairesinin stopaj alacağını talep edeceği muhatap açısından önem arzetmekte olup, vergi hukukunun muhatabı açısından düzenlenmiş olan 6098 s.TBK m.302’deki vergi ve diğer yükümlülüklerden aksi kararlaştırılmamışsa kiraya verenin sorumlu olması ilkesine ters bir düzenleme değildir. 6098 s. TBK m.302’de “taraflar arasındaki özel borç ilişkilerinde, tarafların stopajdan kaynaklı olarak kira bedelinin nasıl tespit edileceğine dair hükümler koymuştur. 193 s. Gelir Vergisi Kanunu ise, vergi dairesinin bu alacağı kimden talep edebileceğine dair bir düzenlemedir.

Başka bir deyişle,

·         Kiraya veren açıkça kira bedelini net kira olarak belirlemişse, ister sözleşme ile stopajın kiracı tarafından ödeneceği belirlensin ister belirlenmesin bu tutara ek olarak stopaj bedeli de eklenecektir.

·         Açıkça kira bedelinin net kira olduğu yazılmamışsa belirlenen kira; stopajın da dahil olduğu brüt kira olacağı kabul edilir. Yani açıkça belirlenen kiranın net kira olduğu sözleşmede yazılmazsa belirlenen kira tutarının içinde kiracının vergi dairesine ödeyeceği stopaj miktarı da eklenerek belirlenmiş sayılır.  

·         Ancak, kira sözleşmesi ile kiracıya stopaj ödeme yükümlülüğü yüklenmesi halinde brüt kira değil, ayrıca ödenecek stopaj da eklenerek kira miktarı belirlenecektir.

Görüldüğü üzere vergi ve diğer yükümlülüklerin ödenmesi kapsamında özellikle stopaj yükümlülüğünün sözleşme ile kiracıya yüklendiği hallerde kira bedelinin ne olacağı, böyle bir sözleşmede madde yoksa kira bedelinin nasıl belirleneceği önem arzettiğinden bu konuyu Yargıtay kararları ile detaylı olarak anlamakta fayda görüyorum. Şöyle ki;

Bu hususta Yargıtay kira miktarının açıkça net kira olarak belirlenmediği ve sözleşmede de stopajın kiracıya ait olduğu hususunda bir hüküm bulunmaması halinde,

·          Takibe dayanak yapılan ve karara esas alınan 15.06.2010 başlangıç tarihli ve beş yıl süreli sözleşme konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmede aylık kira bedeli 3.500,00 TL olarak belirlenmiş, bu bedelin net ya da brüt olduğu açıklanmamıştır. Her ne kadar mahkemece; kira sözleşmesinde stopaj bedellerinin davacıya ait olduğuna dair hüküm bulunmaması nazara alınarak karar verilmiş ise de, kira sözleşmelerinde kararlaştırılan kira bedelinin net mi, yoksa brüt mü olduğunun anlaşılamadığı hallerde, kararlaştırılan bedelin brüt olduğunun kabulü gerekmektedir. TBK.nun 302.maddesi gereği vergi ve benzeri yükümlülüklere kiraya veren katlanmalıdır. Bu durumda mahkemece; stopajın kararlaştırılan kira bedelinin içinden kesilerek kalan miktar üzerinden hesaplama yapılarak alacağa karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.(Y. 6. HD. 05.10.2016 T. E: 7352, K: 5694) şeklinde içtihat ederek, bu halde stopaja kiraya veren katlanacak ve belirlenen kira brüt kira yani stopaj dahil kira olarak kabul edilecektir. Yani belirlenen brüt kiradan stopaj tutarı indirilerek kiracının ödeyeceği net kira belirlenecektir.

Yargıtay, kira miktarının açıkça net kira olarak belirlenmediği ancak sözleşmede stopajın kiracıya ait olduğu hususunda bir hüküm bulunması halinde,

·          Davacılar vekili özetle, taraflar arasında düzenlenen 01.03.2009 başlangıç tarihli kira sözleşmesine göre stopajın davalı kiracıya ait olduğunu, kiracının kira bedelini eksik yatırdığını, ayrıca sözleşmeye göre yıllık Tefe-Tüfe oranında artış yapmadığını belirterek stopaj nedeniyle eksik yatırılan 6.521 TL ve yıllık artış farkından kaynaklanan 1.800 TL nin tahsilini istemiştir. Davalı vekili sözleşmede yazılı kira bedelinin brüt olduğunu ve artış maddesine göre 2010 yılında artış yapılacağını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Hükme esas alınan 01.03.2009 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli kira sözleşmesinin varlığı konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmede aylık kira bedeli 1.350 Tl olarak belirlenmiş, net veya brüt ibaresi yazılmamış, sözleşmenin 6. maddesinde; "kiracı kontrat bitiminde kira bedelinin yıllık Tefe-Tüfe ortalamasında artırmayı taahüt eder" 18. maddesinde;"stopaj kiracıya aittir" şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeler geçerli olup tarafları bağlar. Mahkemece stopajın kiracıya ait olduğu dikkate alınarak davacının alacağı hesaplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ödenen kira bedelinin brüt kira olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.(Y. 6. HD. 26.03.2015 T. E: 2014/7264, K: 3092) şeklinde içtihat etmiştir. Bu aşamada özellikle kısmi ödemelerde stopajın kiracıya ait olduğunun belirlendiği hallerde kiracının yapmış olduğu ödemelerden stopaj bedeli eklenerek kirada temerrüde düşüp düşmediği hesap edilecektir.

Bu aşamada kiracı, eğer stopaj bedelini ödemez ve bu bedeli vergi dairesine kiraya veren ödemek zorunda kalır ise kiraya veren tarafından kiracıya rücu hakkı doğacaktır. Rücu edilen stopaj bedelinin kiracı tarafından ödenmemesi bir temerrüt ve tahliye nedeni olmayacak, genel hükümler dairesinde kiracıdan istenebilecektir. Bu hususta Yargıtay,

·          Davalı vekili ise takipte istenen toplam 79230 TL kiraya itirazlarının olmadığını, istenen kira bedelinin brüt kira bedeli olduğunu, davalı tarafından vergi beyannamesi verildiğini, buna göre ödenmesi gereken vergi tutarının 15846 TL olduğunu, bu vergi borcunun borçlu adına tahakkuk ettirildiğini, davalının brüt kira bedeli olan 79230 TL'den vergi tutarı olan 15846 TL'yi mahsup ederek net kira bedelini ve bu miktara tekabül eden vekalet ücreti, icra giderlerini süresi içerisinde ödediğini belirterek davanın reddini istemiştir.Takipte istenen toplam 79230 TL kira bedelinin brüt kira bedeli olduğu konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Yine uyuşmazlık konusu olmayan kira sözleşmesinin hususi şartlar kısmının ikinci maddesine göre stopajın kiracıya ait olduğu kararlaştırılmıştır.Bu durumda stopajın ödenmemiş olması temerrüt olgusunun gerçekleşmesi sonucunu doğurmaz. Mahkemece yapılacak iş ödenmesi gereken net kira bedelinin tespiti ile sonucuna göre karar vermektir. Hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.(Y. 6. HD. 26.01.2012 T. E: 2011/11810, K: 831)

Aynı durum kiralayanın tacir olması halinde ödenecek KDV için de geçerlidir. Yani kiralayanın tacir olması halinde ödenecek KDV olması halinde ve özel olarak kira sözleşmesinde kiranın net kira olarak belirleneceği yazmıyorsa kiranın KDV dahil olarak yani brüt kira olarak belirleneceği kabul edilmektedir. Bu hususta Yargıtay,

·          Davacı dava dilekçesinde 01.11.2013 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık kira parasının brüt 12.000 TL olarak tespitini istemiştir. Mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda aylık kira parasının brüt 10.225 TL + KDV olarak tespitine karar verilmiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda alınan raporda 11.300 TL brüt kira bedelinin uygun olduğu belirtilmiş mahkemece de belirlenen kira parasından yerleşik Yargıtay uygulamasına göre "hak ve nesafet" indirimi yapılarak 10.225 TL brüt kira parasına hükmedildiği, davacı kiralayanın şirket olması nedeniyle stopaj değil KDV yükümlüsü olduğu ve belirlenen brüt 10.225 TL kira bedeli içinde KDV de olduğu bu nedenle ayrıca KDV’ye hükmedilmek suretiyle kira bedelinin fazla miktarda tespitine karar verilmesi doğru değilse de; Bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün 1. fıkrasından " brüt 10.225,00 TL + KDV olarak tespitine,” söz ve rakamları çıkartılarak yerine “brüt 10.225,00 TL olarak tespitine," söz ve rakamlarının yazılması suretiyle hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA karar verilmiştir. (Y. 6. HD. 30.09.2014 T. E: 2014/8609, K: 10641)

     Yine Yargıtay, kira bedelinin belirlenmesi davalarında da kiranın net kira olarak belirlenemeyeceği, yeni belirlenecek kiranın brüt kira bedeli olarak belirlenmesi gerektiğini içtihat etmiştir.

·          Davacı vekili dava dilekçesinde davalı Vakfın taşınmazda 01.11.2007 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli sözleşme ile aylık net 20.000 TL bedelle kiracı olduğunu,5 yıllık Süre sona ermeden en son 28.243.33 TL kira bedeli ödendiğini, 5 yıllık sürenin dolmasından önce yeni dönem kira parasının aylık net 40.000.-TL olarak ödenmesinin istendiğini, davalının ise istenilen kirayı kabul etmeyip artışlı olarak aylık net 31.169.33.-TL olarak yatırdığını belirterek 01.11.2012 tarihinde başlayan yeni dönem kira bedelinin aylık net 50.000 TL olarak tesbitini istemiştir. 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunun 93.maddesi gereğince gayrimenkul irad sahiplerinin ödemek zorunda olduğu vergiler stopaj yoluyla tahsil edilmektedir. Kira parasının bir bölümünün stopaj ve fon kesintileri adı altında,vergi dairelerine kiracı tarafından ödenmesi kiraya verenin gelir vergisi yükümlülüğüne ait ve vergi yasalarınca düzenlenen bir konudur. Yakıt parası,aydınlatma ,temizlik,sigorta veya doğrudan doğruya mecurun kullanımından doğan masraf kalemlerinden olmayan vergi,kira parasının tesbitinde bir unsur olarak dikkate alınmayacağından fon ve vergi stopajı düşürülerek “net” kira parası tesbit edilemez. Somut olayda, bilirkişiler dava konusu kiralananın boş olarak yeniden kiralanması halinde aylık brüt 50.000 TL getirebileceğini belirlemişlerdir. Bu durumda bilirkişilerce aylık brüt olarak belirlenen 50.000 TL üzerinden davalının eski kiracı olması nedeniyle hak ve nesafete göre indirim yapılması ve brüt olarak kira bedelinin tesbiti gerekirken bu hususlar göz önünde tutulmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir. (Y. 6. HD. 07.07.2014 T. E: 2014/1099, K: 9005)

·          Davacı vekili, taşınmazın 20.03.2013 tarihten itibaren kira bedelinin aylık 5.000 TL,yıllık 60.000 TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiştir.Mahkemece,aylık kira bedelinin 20.3.2012 tarihinden itibaren 20.7.2017 tarihine kadar yıllık 50.000 TL olarak tespiti cihetine gidilmiş; hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. Dava, işyeri kirasının tesbitine ilişkin olup, mahkemece kiranın net olarak tesbitine karar verilmiştir. Vergi yasaları uyarınca kiralayanın mükellef olması ile kira parasının bir bölümünün vergi dairesine kiracı tarafından ödenmesi vergi hukukunda düzenlenen bir konu olup, vergi kira parasının tesbitinde unsur değildir. Kira parasının içinde Katma Değer Vergisinin de bulunduğu, fon ve vergi stopajı indirilerek kira parası tesbit edilemeyeceği gözetildiğinde, kiranın brüt olarak tesbitine karar verilmesi gerekirken, mahkemece net mi brüt mü olduğu belirtilmeden tesbit kararı verilmiş olması bozma nedenidir.(Y. 6. HD. 02.07.2014 T. E: 2013/13110, K: 8857)

Burada çözülmesi gereken diğer bir sorun da; eksik ödemeler nedeniyle işlenen faizin hesabında da brüt kiranın mı net kiranın mı faize esas alınacak tutarın belirlenmesinde dikkate alınacağı konusudur ki Yargıtay bu hususta;

·          Gelir Vergisi Kanununun 70. maddesi işyeri kiralama işlemi nedeniyle gayrimenkul sermaye iradı elde edilen hallerde kazançların vergilendirilmesinde stopaj usulünü getirmiştir. Stopaj, kira bedelinden yasada belirtilen orandaki miktarın kiracı tarafından kiralayan adına Vergi Dairesine ödenmesi gereken meblağdır. Stopajda yükümlü kiralayan, sorumlu ise kiracıdır. Bu nedenle Mahkemece mevzuata uygun şekilde net kira bedeli hesap edilerek, faiz hesabının da bu net kiralar üzerinden hesaplanması gerekirken, infazda da tereddüt yaratacak şekilde yetersiz bilirkişi raporu doğrultusunda brüt kira bedeli üzerinden karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.(Y. 6. HD. 15.04.2014 T. E: 2013/12350, K: 4971) şeklinde içtihat ederek ödenmeyen kira bedellerine faiz işletildiğinde net kira bedeli belirlenerek bu tutar üzerinden faiz işletilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

Kira bedelinin taraflardan birisinin KDV yükümlüsü olarak tespit edildiği, ancak daha sonra kiralayanın değişip KDV yükümlüsü değil de stopaj ödemekle yükümlü olması halinde ya da durumun tam tersi olduğu yani kiralayanın vergi yükümlülüğünün değiştiği hallerde ödenecek kira bedelinin KDV ve stopaj yönünden nasıl belirleneceğinin tespiti de uygulamada sorun yaratmaktadır. Bu hususta Yargıtay,

·          Davalı kiracı ve önceki malik Uzunoğlu Yapı Malz.Gıda San.Tic.Ltd.Şti. arasında düzenlenen 15.01.2010 başlangıç tarihli ve on yıl süreli kira sözleşmesiyle anılan şirkete ait taşınmazın davalıya kiralandığı sözleşmede aylık kira bedelinin 4000.-TL + KDV olarak kararlaştırıldığı ve önceki malik şirkete kira bedelinin kiracı tarafından 4000.-TL net Kira + % 18 KDV 720.-TL olarak ödendiği konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Kurumlar Vergisine tabi kiralayan tarafından kiralananın gelir vergisine tabi davacıya satılması durumunda ödenecek kira miktarının hangi miktar olması gerektiği konusundadır. Kiralayan Kurumlar Vergisine tabi ise kira parası kira bedeli + KDV olarak belirlenir. İlk kiralayan Kurumlar Vergisine tabi iken kiralanan gelir vergisine tabi bir kişiye geçmiş ise kira ödemesi Gelir Vergisi Kanununun 94. maddesine göre stopaja tabi olacaktır. Yani artık kiracı KDV ödeme sorumlusu olmayacak, net kira bedeli + stopaj ödemekle sorumlu olacaktır. O halde KDV sorumluluğu kalkınca kiracının ödemesi gereken miktar sözleşmede belirlenen 4000.-TL net kira bedeli + stopajdır. Aksinin yani davalının bildirdiği gibi stopaj dahil aylık kira bedelinin 4000.-TL olarak kabulü kiracının kira miktarını düşürmesi demek olur. Bu durumda mahkemece aylık net kira parasının davacının talebi ile bağlı kalınarak 3920.-TL olarak tespitine ve Ekim 2010 kira bedelinden eksik yatırılan 720.-TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.(Y. 6. HD. 22.05.2012 T. E: 2012/3293, K: 7668) şeklinde içtihat ederek kira bedeline ek olarak belirlenen KDV tutarından kalan tutarın her şekilde mutlaka NET KİRA olarak belirleneceği, belirlenmiş net kiraya ek olarak artık KDV yerine stopaj ödenecekse stopaj bedelinin ayrıca maliyeye ödenmesi gerektiğini, kiralayanın vergi yükümlülüğünün değişmesi nedeniyle ödenen stopaj tutarının KDV’den çok olması halinin net kiradan düşülemeyeceğine karar vermiştir.

Stopaj ödemelerinden kaçınmak için uygulamada tarafların imzaladığı daha düşük bedelli ve gerçek iradelere uygun iki sözleşmenin düzenlenmesi hali uygulamada oldukça yaygındır. Bu tip durumlarda sözleşmelerden hangisine itibar edileceği hususunda Yargıtay,

·          Taraflar arasındaki uyuşmazlık aynı taşınmaz için düzenlenmiş 01.08.2008 başlangıç tarihli, aylık 2083 TL ve aylık 500 TL bedelli sözleşmelerden hangisine itibar edileceği noktasındadır. Her iki sözleşmedeki imzaların taraflara ait olduğu uyuşmazlık konusu değildir. Davacı davalının dershane ruhsatı müracaatı sırasında kira bedelinin sıkıntı yaratacağı gerekçesi ile düşük bedelli kira sözleşmesinin düzenlenmesi istemesi üzerine sözleşmenin imzalandığını, daha sonra davalının asıl amacının düşük stopaj ödemek olduğunun anlaşıldığını ileri sürmüştür. Ortada 2083 TL aylık bedelli bir kira sözleşmesi var iken 500 TL düşük bedelli kira sözleşmesinin imzalanması hayatın olağan akışına aykırıdır. Davalının dayandığı kira sözleşmesinin kira bedelini belirlemenin dışında başka bir nedenle düzenlendiği ve muvazaalı olduğu anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın tarafların gerçek iradesine uygun olarak düzenlenen 01.08.2008 başlangıç tarihli ve 2083 TL bedelli kira sözleşmesi uyarınca çözümlenmesi gerekirken, yeni bir kira bedeli tespiti ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. .(Y. 6. HD. 20.01.2014 T. E: 2013/16477, K: 564) içtihadıyla bu hususta tarafların gerçek iradelerine en uygun olduğu tespit edilen yüksek kira miktarlı sözleşmelere itibar edileceğini hükme bağlamıştır.

                                                                      

                                                                                     YAZAR: AV. YUSUF YEŞEREN

                                                                   

25 Mayıs 2022 Çarşamba

(kıdem tazminatı dışındaki) alacaklara arabuluculuk son tutanak tarihinden itibaren faiz uygulanabileceği”ne dair Yargıtay kararı

 Başvuru konusu uyuşmazlığın “arabuluculuk faaliyeti sonunda arabuluculuk son tutanağının düzenlendiği tarih itibariyle temerrüdün gerçekleştiği, arabulucuya başvuran tarafça açılacak dava sonucunda hüküm altına alınan (kıdem tazminatı dışındaki) alacaklara arabuluculuk son tutanak tarihinden itibaren faiz uygulanabileceği” yönündeki Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 30.06.2021 T, 2020/1584 E, 2021/1855 K. sayılı kararı ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 23.09.2021 T, 2019/2770 E., 2021/2065 K. sayılı kararları doğrultusunda giderilmesine,

2. Bölge Adliye Mahkemelerinin, 4857 sayılı İş Kanunu'ndan kaynaklanan uyuşmazlıkları incelemekle görevli ilgili hukuk dairelerine bildirilmesi için karardan bir suretin Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliğine gönderilmesine, 21/03/2022 günü oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

9. HD. 21.03.2022 T. E:3222 , K:3813

BELİRSİZ ALACAK DAVALARINI DETAYLICA İRDELEYEN BİR KARAR

 T.C YARGITAY

3.Hukuk Dairesi

Esas: 2020/ 12074

Karar: 2021 / 9845

Karar Tarihi: 11.10.2021                                                                                                                                                                Davacı; davalı bankadan kullandığı konut kredisi ile aldığı dairenin 23/10/2011 ve 09/11/2011 tarihinde meydana gelen depremlerde hasar gördüğünü, daha önce dava konusu dairenin davalı banka tarafından zorunlu deprem sigortasının yaptırıldığını, ancak süresi bittiği halde davalı banka tarafından yenilenmediğini, bu nedenle dairenin deprem sigortasının bulunmadığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 1.000 TL maddi tazminatın deprem tarihi olan 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı; davacının evinde deprem nedeniyle oluşan hasarın ödenmemesinde herhangi bir kusuru bulunmadığını, zorunlu deprem sigortası yaptırma yükümlülüğünün davacıya ait olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 03/11/2015 tarihli ve 2015/30535 E. 2015/31753 K.sayılı kararıyla taraflar arasındaki uyuşmazlığın bakmaya Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece bozmaya uyularak tüketici mahkemesi sıfatı ile yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafça temyizi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 28/06/2018 tarihli ve 2016/14590 E. 2018/7458 K. sayılı kararıyla, her ne kadar, ... sigortasını yapan başka bir sigorta şirketi olsa da, davalı bankanın zorunlu olan bu sigortanın da yenilenmesi için davacıya bilgilendirme yapması gerektiği, davalı bankanın kusurlu bulunduğu, ne var ki davacı sigortalının da zorunlu olan ... sigortasının süresinin dolup dolmadığını takip etme ve sigortayı yeniletme konusunda kendisine düşen özen yükümlülüğünde müterafik kusuru olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda ise; davacı vekilinin belirtilen arttırım dilekçesinde davalarını belirsiz alacak davası olarak açtıklarını ileri sürdüğü, dava dilekçesinin incelenmesinde, davanın HMK'nın 107. maddesi veya belirsiz alacak manasına gelecek bir beyana, bir ifadeye rastlanılmadığı gerekçesiyle, davacının dava dilekçesinde talep ettiği 1.000 TL üzerinden her iki tarafında %50 kusurlu olduğunun taktiri ile davanın kısmen kabulüne 500 TL’nin 21/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlığa konu davada öncelikli olarak çözümlenmesi gereken husus, davacının davasını belirsiz alacak davası olarak açıp açmadığı noktasında toplanmaktadır.

HMK'nın 107. maddesinde; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği, karşı tarafın verdiği bilgi veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda, davacının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği, ayrıca kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabileceği ve bu durumda hukuki yararın var olduğunun kabul edileceği, 109. maddesinde ise; talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı, kısmi dava açılması halinde dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkca feragat edilmiş olması hali dışında talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceği bildirilmiştir.

Görüldüğü gibi her iki dava çeşidininde açılabilirlik şartı, alacağın konusunun miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmamasıdır. Her iki dava çeşidinde de (alacak miktarınını tespiti davası dışında) dava açan alacağın asgari bir miktar ve değerini belirterek talepte bulunmaktadır.

Dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde, davacı neye karar verilmesi istiyorsa onu açık şekilde yazar. Tespit davalarında davacı bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine karar verilmesini ister, kısmi davada davacının dava dilekçesinde kısmi dava açtığını açıkça bildirmesi gerekir, belirsiz alacak davasında ise alacağın miktarının belirlenmesi açıkça talep edilmelidir.

 Talep sonucu açık değilse mahkeme talep sonucunu açıklattırmalıdır. Bundan başka, talep sonucunun açık olmaması halinde, onu dava dilekçesinin diğer bölümlerinde yazılanların ışığında bir yoruma tabi tutarak davacının açtığı davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemek hakimin ödevidir (HGK’nın 2017/(7)22-2109 E. 2017/1041 K.). Yine, davacı cevaba cevap dilekçesinde, daha önce vermiş bulunduğu dava dilekçesindeki iddiaları ile bağlı değildir ve (iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına tabi olmaksızın) dava dilekçesindeki iddialarını serbestçe değiştirip genişletebilir (HMK. m.141,1). Yani, cevaba cevap dilekçesinde; talep sonucunu arttırabilir, değiştirebilir, yeni vakıalar ileri sürebilir.

Buna karşılık davacı, cevaba cevap dilekçesini verdikten sonra veya bunun için öngörülen iki haftalık süre geçtikten sonra (ön inceleme aşamasının 141,1- cümle 3 tamamlanmasından sonra), cevaba cevap dilekçesinde bildirilmesi gereken ve fakat bildirilmemiş olan hususları ileri süremez; yani, cevaba cevap dilekçesindeki iddia ve savunmasını (daha sonra) genişletemez, değiştiremez. (Prof. Dr. ...- Prof. Dr. ...- Prof. Dr. ..., Medeni Usul Hukuku ..., bkz sf. 337)

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dava dilekçe içeriği incelendiğinde "...bu manada oluşan maddi kayıpları ileride yaptırılacak bilirkişi incelemesi ile de sabit olacağı üzere fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı tutularak şimdilik 1.000 TL talep etmekteyiz..." denildiği, yine davalının sunduğu cevap dilekçesinde, " davacının açık ifade ile davasını belirsiz alacak davası şeklinde açtığını, ancak bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını" belirttiği, davacının ise, cevaba cevap dilekçesinde açık şekilde "davacının uğradığı zararın tespiti amacıyla teknik bilirkişi marifetiyle yapılacak incelemeler ve hazırlanacak rapor doğrultusunda oluşan zarar miktarı ve bedelinin ortaya çıkabileceğini, bu nedenle davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını" ifade ettiği nazara alındığında, eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı sabittir.

Kaldı ki, 22/07/2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir. Bu madde ile ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı da nazara alındığında, mahkemenin söz konusu 08/06/2020 tarihli dilekçeyi bu şekilde irdelememesi de doğru görülmemiştir.

Bu itibarla mahkemece; eldeki davanın 6100 sayılı HMK’nun 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olduğu dikkate alınarak, davacı tarafça sunulan 08/06/2020 tarihli dilekçenin talep arttırım dilekçesi olduğunun kabulü suretiyle sonucuna uygun hüküm tesisi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

davanın esası hakkında duruşma açılmadan istinaf incelemesi yapılması halinde bölge adliye mahkemesince, HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, incelenen mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine veya ilk derece mahkemesi kararını düzeltilerek veya yargılamadaki eksiklikler tamamlanarak yeniden esas hakkında karar verilmelidir.

 T.C. YARGITAY 3. Hukuk Dairesi 


 ESAS NO : 2021/8062 

KARAR NO : 2021/13821 


T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A 


Y A R G I T A Y İ L A M I 


İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : ADANA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 5. HUKUK DAİRESİ 


TARİHİ : 7/9/2021 (EK KARAR: 23/9/2021) 


NUMARASI : 2019/588-2021/1527 


DAVACILAR : 1-MERYEM TÜRKTEKİN, 2-HAMZA TÜRKTEKİN VEK. AV. DERYA AKDAĞ POLAT 


DAVALI : HALİL AVCI VEK. AV. ERDİNÇ İPEK 


İLK DERECE MAHKEMESİ : ADANA 4. TÜKETİCİ MAHKEMESİ 

TARİHİ : 9/1/2019 

NUMARASI : 2016/698-2019/11 Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, dosyanın yeniden karar verilmesi için ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; kararı temyiz eden davalı tarafın bu isteminin reddine dair verilen ek kararın, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: 


Y A R G I T A Y K A R A R I Davacılar; davalı müteahhitten villa satın aldıklarını, satış sırasında vaziyet planında ve yönetim planında villanın bulunduğu siteye ait olarak gösterilen yolların gerçekte belediye ve 3. kişiye ait taşınmazlar içerisinde kaldığının anlaşıldığını, davalı tarafından hazırlanan ve satış sırasında gösterilen kataloğ ve proje maketinin gerçeğe uygun olmadığını, delil tespiti sonucunda alınan rapor ile 3. kişiye ait taşınmazda kalan yol nedeniyle uğradıkları zararın 120.000TL olarak tespit edildiğini, bu nedenle bedelden indirim yapılması istedikleriini davalıya ihtarname ile bildirdiklerini, akabinde uğramış oldukları zararın tazmini için icra takibi başlattıklarını ancak davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek; takibe vaki itirazın iptalini, takibin devamını ve davalının icra inkar tazminatına mahkum edilmesini talep etmişlerdir. Davalı; dava konusu taşınmazın 30/5/2014 tarihinde davacılara satılmış olması nedeniyle davanın zamanaşımına uğradığını, imar yolunun site yönetimi tarafından kapatıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince; davacıların tapu devri esnasında resmi senet üzerindeki şerh, beyan ve irtifak hakları bölümünde beyan olarak bahsi geçen yönetim planında düzenlenen yol durumunu araştırıp öğrenme imkanlarının olduğu, harici satışın yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca yapılan değerlendirmeye göre davaya konu edilen villaya ilişkin yol durumunun açık ayıp niteliğinde olduğu, aynı Kanun uyarınca ayıp ihbarını yasal süresi içerisinde yapmayan davacıların bedelde indirim hakkını talep edemeyecekleri gerekçesiyle; davanın reddine karar verilmiş; karara karşı, davacılar vekili istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge adliye mahkemesince; dava konusu yolun sitenin sınırları içerisinde olduğu izleniminin uyandırıldığı, bu durumun alıcıların satın alma kararını etkilediği gibi taşınmazın değerinin azalmasına neden olduğu, bu hâli ile somut durumun eksik ifa teşkil ettiği, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu kendi içerisinde çelişkili olduğu gibi yapılan hesabın gerekçesiz ve hatalı bulunduğu, ayrıca işbu raporun aynı mahiyette olan Adana 3. Tüketici Mahkemesinin 2016/629 E. sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporu ile çelişki oluşturduğu, mahkemece somut olayda eksik ifa kabul edilmek suretiyle yeniden oluşturulacak uzman bilirkişi kurulundan davacıların iddialarını karşılar mahiyette rapor alınarak karar verilmesi gerektiğinden bahisle, davacı tarafın istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1- a-6 maddesi gereğince kaldırılmasına, deliller tam olarak toplandıktan sonra yeni bir karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine, HMK’nın 353/1-a maddesi uyarınca kesin olarak karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiş; bölge adliye mahkemesince 23/9/2021 tarihli ek karar ile kesin olan karara ilişkin temyiz başvurusunun usulden reddine karar verilmiş; ek karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1- Davalı tarafın ek karara yönelik temyiz itirazının incelenmesinde; İstinaf, bir işe yeniden başlamak, yeniden ele almak anlamına gelir. İstinaf ile ilgili monografilerin karşılaştırmalı hukuka ilişkin bölümlerinde “geniş (tam) istinaf sistemi” “dar istinaf sistemi” ayrımına yer verilmektedir. Geniş istinaf sistemi davanın istinaf merciinde adeta yeniden görülmesi ve yeniden hükme bağlanması esasına dayanmaktadır. Dar istinaf sistemi ise ilk derece mahkemesinde hükme bağlanmış olan davanın yeniden görülmesinden ziyade o davada verilen hükmün denetlenmesi esasını benimsemektedir. Buna göre geniş istinafta ikinci derece mahkemesi önüne yeni vakıa ve deliller getirtilmesi konusunda bir sınırlama bulunmamakta, istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen hususlarla sınırlanmamakta, istinaf yoluna başvurmanın hükmün icrasını erteleyici etkisine getirtilen istisnalar sınırlı tutulmaktadır. Buna karşılık dar istinafta kanun yolu incelemesinin kural olarak istinaf dilekçesinde gösterilen sebeplerle sınırlı tutulduğu görülmekte, ikinci derece mahkemesinde yapılabilecek taraf işlemleri sınırlamalara tabi kılınmakta, yeni vakıa ve deliller ileri sürülmesi istisnai hâllerle sınırlı tutulmakta, istinaf incelemesi sırasında hükmün teminat karşılığında icrasına imkan veren hükümler bulunmaktadır. Böylece geniş istinaf sistemi doğru karar verilmesi amacına öncelik verirken dar istinafın usul ekonomisini daha fazla gözettiğini söylemek mümkündür. Hukuk Muhakemeleri Kanunumuz dar istinaf sistemini benimsemiştir. Gerçekten istinaf incelemesinin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı tutulması, bölge adliye mahkemesinde yapılan istinaf incelemesinde kural olarak resen göz önünde tutulacak olanlar dışında ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen savunmaların dinlenmemesi ve yeni delillere dayanılamaması ve bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp dosyayı bu mahkemeye geri göndermek konusunda geniş bir yetkiye sahip olması dar istinaf sistemine ait özelliklerdir (Budak, A.C; İlamat Torbası İstinaf Mahkemesi Karar İncelemeleri, Ekim 2020, s. 25-26). İstinaf, aslında dar da olsa ikinci derecede yapılan bir yargılamadır. İstinaf yargılamasında duruşma yapılmadan karar verilebilen haller sınırlıdır. Diğer bir ifadeyle duruşmasız inceleme yapılabilecek haller dışında kural, istinaf incelemesinin duruşmalı yapılmasıdır. İstinaf sistemi kavram olarak açıklandıktan sonra, istinaf incelemesinin duruşmasız yapılmasına ilişkin yasal düzenlemenin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 353 üncü maddesinin ilk hâlinde; “(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa; a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir: 1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması. 2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması. 3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması veyahut mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması. 4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması. 5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, merci tayinine karar verilmiş olması. 6) Mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması. b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak; 1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine, 2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, 3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir…” hükmü yer almakta iken; 7035 ve 7251 sayılı Kanunlar ile yapılan değişiklikler sonucu 353 üncü madde; “…(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa; a)Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir: 1) Davaya bakması yasak olan hakimin karar vermiş olması. 2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hakimin davaya bakmış olması. 3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması. 4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması. 5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar verilmiş olması. 6) Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması. b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak; 1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine, 2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, 3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra başvurunun esastan reddine veya yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir…” şeklinde düzenlenmiştir. HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde altı alt bent hâlinde sayılmış olan usule ilişkin hukuka aykırılık durumlarında, bölge adliye mahkemesi esas hakkında inceleme ve duruşma yapmadan (dosya üzerinden), ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir. Davanın esası hakkında istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesi ise, aynı maddenin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca duruşma yapmadan istinaf başvurusunun esastan reddine, ilk derece mahkemesi kararını düzelterek veya yargılamadaki eksiklikleri tamamlayarak yeniden esas hakkında karar tesis edebileceği gibi bu maddede belirtilen haller dışında, aynı Kanun’un 356 ncı maddesi uyarınca incelemeyi duruşmalı olarak yapmak suretiyle istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları verebilir. "...İstinaf mahkemesince, HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen durumlarda, usule ilişkin hukuka aykırılık tespit edildikten sonra, sadece ilk derece mahkemesine ait kararın kaldırılmasına ve dosyanın mahalline (ya da uygun görülen ilk derece mahkemesine) geri gönderilmesine karar verilmekle yetinilir. Bunun dışında bir müdahale söz konusu değildir. Bölge adliye mahkemesi böyle bir durumda kararı esas yönünden inceleyemez. Bu kararlara neden olan usule ilişkin hukuka aykırılıkların, istinaf aşamasında telafi edilemeyeceği düşünülmüş olduğundan, ilk derece mahkemesine ait kararın tümüyle kaldırılması ve (dosyanın gönderileceği ilk derecede) yeniden bir yargılama yapılması öngörülmüştür...” (Kurtoğlu, T; Özel Hukukta İstinaf Denetimi ve Yargılaması, Ankara 2017, s. 188)." “...İstinafta da ilk derecedeki gibi kural, duruşma yapmak olmakla birlikte, istinafın özelliği ve işin niteliği gereği duruşmasız inceleme yapılacak haller ilk dereceden daha geniş tutulmuştur. Ancak, duruşmasız inceleme yapılacak hallere bakıldığında, çoğunluğu şeklî şeyler olup ya dosya üzerinden hemen karar verilebilecek usûlî hususlar (m. 353/1-a) veya dosya üzerinden değerlendirme yapılabilecek ya da dosya üzerinden eksiklik giderilerek karar verilebilecek esasa ilişkin hususlardır (m. 353/1-b).(...)İstinaf, yeniden ele almak, hukuka aykırı bulunan ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak ve yeniden yargılama yapılarak bir karar verilmesini gerektirmektedir. İstinaf mahkemelerinin asıl görevi bu olmakla birlikte, kanun koyucu sınırlı biçimde ve istisnaî olarak saydığı hallerde, kararın kaldırılmasından sonra dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine izin vermiştir. (...)Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesinin birinci fıkrasına göre, kararın kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi, istinaf mahkemelerinin dar anlamda mahkemeler olmasıyla ilgilendirilemez. Dar istinaf ya da sınırlı istinaf, istinaf mahkemesini ilk derece mahkemesinin tespitleri ile bağlı tutulmakta ve kararını ilk derece mahkemesince toplanan dava malzemesine dayandırmaktadır. Başka bir ifade ile istinaf yargılamasında yeni vakıalara dayanmak mümkün değildir. (...)İstinaf mahkemesinin verilen kararı sadece kaldırıp yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine göndermesi biçiminde bir istinaf modeli kabul edilmemiştir...” (Pekcanıtez/Atalay/Özekes; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair 7251 Sayılı Kanun Hakkında Değerlendirme, TBB Dergisi, S.150, 2020, s. 285-288).-- Bu nedenle, HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde altı alt bent hâlinde sayılan hâllerde bölge adliye mahkemesinin verdiği esası incelemeden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ve dosyanın ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesi kararları kesin olduğundan temyiz edilemez. Öte yandan 7251 sayılı Kanun ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362 nci maddesine eklenen (g) bendine göre; “353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararlar” hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı açıkça hüküm altına alınmış olup, hükmün gerekçesinde de; 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına giren durumlarda bölge adliye mahkemesinin duruşma yapmadan kesin olarak karar vereceği, fıkraya eklenen yeni (g) bendiyle, 353 üncü madde hükmü ile uyum sağlanarak Kanunun bütünlüğünün korunması amaçlandığı ifade edilerek 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararların kesin nitelikte olduğu vurgulanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bölge adliye mahkemesinin bu maddeye dayanarak vereceği kaldırma kararının, “esası incelemeden” ve /veya "kanunda belirtilen usule ilişkin hukuka aykırılık durumlarına ilişkin olarak verilmesi" gerektiğidir. Öyle ki bölge adliye mahkemesince kanun hükmüne aykırı olarak uyuşmazlığın esası hakkında değerlendirmeler yapılarak, işin esası incelenip kararın kaldırılması ve ilk derece mahkemesine gönderilmesi durumunda taraflar lehine usuli kazanılmış hak doğup doğmadığı sorunu da gündeme gelecektir. Bölge adliye mahkemesinin, davanın esası hakkında istinaf incelemesi yapmış olmasına rağmen HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermesi durumunda, bu kararın kesin olduğundan bahsedilemez. Zira, davanın esası hakkında duruşma açılmadan istinaf incelemesi yapılması halinde bölge adliye mahkemesince, HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, incelenen mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine veya ilk derece mahkemesi kararını düzeltilerek veya yargılamadaki eksiklikler tamamlanarak yeniden esas hakkında karar verilmelidir. Bundan ayrı, bölge adliye mahkemesinin HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde altı alt bent hâlinde sayılmış olan usule ilişkin hukuka aykırılık halleri ile bir ilgisi olmamasına rağmen, bu madde uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi halinde de, kararın kesin olduğu söylenemeyecektir. Çünkü, kanun koyucu sınırlı biçimde ve istisnaî olarak saydığı hallerde, kararın kaldırılmasından sonra dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine izin vermiş olup, bu hususu 7251 sayılı Kanun ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362 nci maddesine eklenen (g) bendinin gerekçesinde de yeniden belirtmek suretiyle vurgulamıştır. Aksinin kabulü halinde, karara etki eden yargılama eksikliğinin bulunduğu durumlarda hukuk yargılamasında sadece Yargıtaya tanınan eksik inceleme ve değerlendirmeye dayalı bozma yetkisine eşdeğer bir yetkinin bölge adliye mahkemesine tanındığı sonucuna varılacaktır ki herhalde bu sonuca katılmak mümkün değildir. Doktrinde de HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan hükmün lafzına bağlı kalınarak yorumlanması halinde, bu kararların Yargıtayın temyiz denetimi kapsamında incelenmesinin mümkün olmayacağı ve bu durumun da yargılamanın amacına ve yargılamaya hakim ilkelere aykırılık oluşturacağı görüşüne yer verilmiştir (Boztaş, N; İlk Derece Mahkemesi Kararlarının Eksik Tahkikat veya Gerekçesizlik Nedeniyle İstinaf Mahkemesince Kaldırılması Meselesi, MİHDER, C. 13, S. 37, 2017/2, s. 442 vd.; Akil, C; Bir İstinaf Sebebi Olarak HMK m.353/1-a-6 Üzerine Değerlendirme, TAAD, Yıl:11, S. 38, 2019, s.13-14). Doktrinde ayrıca; Yargıtayın böyle bir denetim yapmasının mümkün olmadığının kabulünün, bölge adliye mahkemesinin HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile ilgisi olmayan bir karar vermesi durumunda bu kararın denetlenmesinin mümkün olmamasına yol açacağı belirtilmiştir (Karaaslan, V; Kanun Yolları Sistemine Eleştirel Bir Bakış, MİHDER, C. 15, S. 43, s. 454). Yukarıda yapılan açıklamalar ve yer verilen yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tüketiciler tarafından satın alınan taşınmazın yolunun bulunmaması nedeniyle uğranılan zararın tahsili için satıcı aleyhine başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemiyle açılan davanın görüldüğü ilk derece mahkemesince, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri (ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek) delillerin tamamı toplanıp değerlendirildikten sonra, davacıların isteminin açık ayıba ilişkin olduğu ancak açık ayıp hakkında davacıların yasal süresi içinde satıcıya ihbarda bulunmaması nedeniyle 4077 sayılı Kanun’dan doğan bedelde indirim hakkını kullanamayacakları gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, karara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesince toplanan deliller incelenip değerlendirildikten sonra, dava konusu yolun sitenin sınırları içerisinde olduğu izlenimi uyandırılmasının alıcının satın alma kararını etkilediği, ayrıca taşınmazın değerinin azalmasına neden olduğu, bu durumun eksik ifa niteliğinde olduğu tespit edilmiş, ayrıca benzer nitelikteki olup daha önceden kararının kaldırılmasına karar verilen başka bir dava dosyasında alınan bilirkişi raporu ile istinafa konu davada alınan bilirkişi raporunun çelişkili olduğu gerekçesiyle, HMK'nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (6) numaralı alt bendi uyarınca yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulundan rapor alınarak karar verilmesi gerektiğinden bahisle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Diğer bir anlatımla; davada toplanan delilleri maddi vakıa ve hukuki denetim yapmak suretiyle değerlendiren bölge adliye mahkemesince, ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılamada hukukun ve delillerin yanlış uygulandığı yönünde belirleme yapılmış olmasına rağmen, olayda uygulama yeri bulunmayan HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (6) numaralı alt bendi gereğince, usul ekonomisi ilkesine de aykırı olacak şekilde dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bu halde söz konusu kararın, HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendindeki açık hüküm ve (bu hüküm ile uyum sağlanması ve kanunun bütünlüğünün korunması amacıyla) aynı Kanun’un 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendindeki hüküm birlikte değerlendirildiğinde kesin nitelikte olmadığı anlaşılmakla; bölge adliye mahkemesinin davalı tarafın temyiz dilekçesinin reddine ilişkin 23/9/2021 tarihli ek kararının kaldırılmasına, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine karar verilmiştir. 2) Davalı tarafın esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Yukarıda (1) numaralı bentte açıklandığı üzere bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılamada hukukun ve delillerin yanlış uygulandığı düşünülmesine rağmen, HMK’nın anılan hükümleri çerçevesinde duruşma açılıp gerekirse yeniden bilirkişi raporu alınarak yanlış uygulandığı tespit edilen hususlar giderildikten sonra sonucuna göre yeni bir karar verilmesi gerekirken; ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş olması, usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. 3) Bozma nedenine göre, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir. 


SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle bölge adliye mahkemesinin temyiz dilekçesinin reddine ilişkin ek kararının kaldırılmasına, ikinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nın 371 inci maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, üçüncü bentte açıklanan nedenlerle davalı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 29/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.