10 Ağustos 2013 Cumartesi

ADALET BAKANLIĞI'NIN "YURT DIŞI TEBLİGAT VE İSTİNABE TALEPLERİNDE UYULMASI GEREKEN USUL VE ESASLAR"A DAİR TEBLİĞİ

Yabancı ülkelerden tebliğ ve istinabe istemi ile ilgili olarak 2012 yılında yapılacak uygulamada:

I. Yurt dışı tebligat ve istinabe işlemlerinde, Bakanlığımızca bu konuda çıkartılan ve 16/11/2011 tarihinde yürürlüğe giren 63/2 ve 63/3 sayılı Genelgelerde belirtilen esaslar ve açıklanan hususların gözönünde tutulması,

II. Yurt dışı tebligat ve istinabe taleplerinde tebligat mevzuatımız uyarınca her tebligat ve istinabe talebi için:

A. Tebligat talebinde:

1) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için 20.– TL posta gideri alınması;

a) Tebligat Kanunu’nun 25/a maddesi gereğince tebliğ talebinde bulunulması halinde, ilgilisince Maliye Bakanlığı’nın “Muhtelif Gelirler” hesabına yatırılmasının sağlanması ve buna dair makbuz örneğinin Lefkoşa Büyükelçiliğimize gönderilmesi veya tarih ve sayısının yazılan sevk yazısında belirtilmesi,

b) Bunun dışındaki tebliğ taleplerinin KKTC Yüksek Mahkemesi Başkanlığına doğrudan iletilmesi,

c) Tebligat evrakına pul yapıştırılmaması veya eklenmemesi,

2) Diğer ülkeler için ise 35.- TL posta gideri alınması,

a) İlgilisince Maliye Bakanlığı’nın “Muhtelif Gelirler” hesabına yatırılmasının sağlanması ve buna dair makbuzörneğinin, Tebligat Kanunu’nun 25/a maddesi gereğince tebliğ talebinde bulunulması halinde ilgili ülkede bulunan dıştemsilciliğimize gönderilen evraka eklenmesi veya tarih ve sayısının yazılan sevk yazısında belirtilmesi,

b) Bunun dışındaki tebliğ taleplerinin ilgili ülke yetkili makamlarına doğrudan gönderilmesi,

c) Tebligat evrakına pul yapıştırılmaması veya eklenmemesi,

3) Tebligat Kanunu’nun 25/a maddesi dışındaki tebligat taleplerinde aşağıda belirtilen ülke uygulamaları esas alınarak;

a) Kanada adlî makamları aracılığıyla yapılacak tebligatlarda masraf talep edildiğinden, düzenlenecek 50 Kanada Doları tutarında çekin (çeklerin alıcısı kısmına “Ministry of Finance” yazılması, ayrıca “Canada” ifadesinin eklenmemesi) evrak ile birlikte ilgili dış temsilciliğimize gönderilmesi,

b) Amerika Birleşik Devletleri adlî makamları aracılığı ile yapılacak tebligatlarda masraf talep edildiğinden“Process Forwarding International Wells Fargo Bank, S.W.I.F.T. No: WIFBIUS6S account no: 2007107119 USA”adına (ABA routing no: 12l000248 belirtilmek suretiyle) 95.- ABD Doları tutarındaki masrafın tebligatın yapılacağıkişinin adı ve soyadı ile şirket ise ismi belirtilmek suretiyle ödemesinin yapılıp makbuz örneğinin evrak ile birlikte“PROCESS FORWARDING INTERNATIONAL, 633 YESLER WAY, SEATTLE, WA 98104, USA” adresine gönderilmesi,

c) Fransa adlî makamları aracılığı ile yapılacak tebligatlarda masraf talep edildiğinden Fransa için “Chambre Nationale des Huissiers de Justice” adına ve muhatabın ismi ile birlikte dosya numarası yazılmak suretiyle “BNP PARIBAS MAINE MONTPARNASSE Agence PARIS MAINE MONT (00274) RIB: 30004 00274 000 10225371 58 IBAN:FR76 3000 4002 7400 0102 2537 158 BIC:BNPAFRPPPXV” hesabına, 50.- Euro yatırılarak makbuzun evrak ile birlikte “Ministère de la Justice Service Civil de l'Entraide Judiciaire Internationale, 13 Place Vendôme, Paris/France” adresine gönderilmesi,

d) Avustralya adlî makamları aracılığı ile yapılacak tebligatlarda masraf talep edildiğinden tebliğ yapılacak adresteki posta kodu 2 (NSW) ile başlıyorsa 58,00 Avustralya Doları, 08 veya 09 (Northern Territory) ile başlıyorsa 125,00 Avustralya Doları tutarındaki çekin Sidney Başkonsolosluğumuz adına, diğer posta kodları söz konusu olduğunda ise, Melburn Başkonsolosluğumuz adına 90,00 Avustralya Doları tutarında çekin evrak ile birlikte ilgili dıştemsilciliğimize gönderilmesi,

e) Belçika adlî makamları aracılığı ile yapılacak tebligatlarda masraf talep edildiğinden 100.- Euro'nun veya karşılığı Türk Lirasının mahkeme veznesine peşinen yatırılmasının sağlanması ve evrakın doğrudan “MINISTERE DE LA JUSTİCE Boulevard de Waterloo, 115,1000 Bruxelles BELGİQUE” adresine gönderilerek, tebliğ işlemi sonucunda Belçika makamlarınca istenilen masrafın ödenmesi.

B. İstinabe talebinde:

1) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için 20.– TL posta gideri alınması, ilgilisince Maliye Bakanlığı’nın“Muhtelif Gelirler” hesabına yatırılmasının sağlanması, ilgililerin ekonomik ve sosyal durumlarının araştırılmasına yönelik adli yardım taleplerinin, doğrudan Sosyal Hizmetler Dairesinin bağlı olduğu K.K.T.C. Çalışma Bakanlığı’na gönderilmesi, istinabe evrakına pul yapıştırılmaması veya eklenmemesi,

2) Diğer ülkeler için ise 35.- TL posta gideri alınması, ilgilisince Maliye Bakanlığı’nın “Muhtelif Gelirler”hesabına yatırılmasının sağlanması ve buna dair makbuz örneğinin, Bakanlığımıza gönderilen evraka eklenmesi veya tarih ve sayısının Bakanlığımıza yazılan sevk yazısında belirtilmesi, istinabe evrakına pul yapıştırılmaması veya eklenmemesi,

3) Almanya ile Kanada’nın Quebec Eyaleti makamlarınca istinabe taleplerimizin yerine getirilmesi için masraf talep edildiğinden, dinlenecek her bir tanık için 600.- TL avansın ilgilisince mahkeme veznesine depo ettirilmesi ve bu hususun Bakanlığımıza gönderilecek sevk yazısında belirtilmesi,

4) Yurt dışında DNA testi istenen hallerde 3.000.- TL, kan tahlili yapılması istenen hallerde 1.500.- TL, Türkiye’de yapılacak tahlil ve DNA testi işlemlerine esas olmak üzere yurt dışından kan ve doku örneğinin alınmasıistenen hallerde 500.- TL’nin mahkeme veznesine avans olarak depo ettirilerek yabancı mahkemece talep edilecek masrafın ödenmesinden sonra arta kalabilecek meblağın ilgilisine iade edilmesi,

5) Bilirkişi tetkikini gerektiren diğer talimat istemlerinde (hesap incelemesi, sağlık raporu alınması gibi), istinabe masrafı yabancı adlî makam tarafından talep edildiğinde ödenmek üzere, 235.- TL mahkeme veznesine avans olarak depo ettirilmesi,

6) Almanya dışındaki devletler, istinabe taleplerimizin yerine getirilmesi ile ilgili olarak nadiren masraf talep ettiklerinden, bu devletlere gönderilecek taleplerde ilgilisinden posta gideri dışında avans alınmaması, ancak o devlet adlîmakamı tarafından talep edilmesi halinde ödenmesini teminen ilgilisinden masrafın ödeneceğine dair bir “Taahhütname”alınması,

III. Uygulamaya 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren başlanılması,

gerektiği tebliğ olunur.

Not: Yukarıda yer alan Adalet Bakanlığı tebliği 12.11.2011 Pazartesi tarih ve 28140 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.

TASARRUFUN İPTALİ DAVALARINDA TAŞINMAZIN KAYDI DÜZELTİLMEZ.

HGK. 

27.09.2010 T. 

E:2010/6377, K:2010/7378 

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı Ekrem ve Mahmut vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı vekili, davalı Ekrem aleyhine icra takibi yaptıklarını, borcu karşılayacak malı bulunmadığını ileri sürerek, borçlunun dava konusu ta­şınmazlarını davalı Yaşar'a, onun tarafından da diğer davalı Mahmut'a satışına ilişkin tasarrufun iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Ekrem vekili ve davalı Mahmut davanın reddini savunmuştur.

Davalı Yaşar mirasçılarından Neriman duruşmada murisi babası Yaşar'ın davalı Ekrem'e verdiği borcun ödenmemesi üzerine taşınmazların babasına devredildiğini, sonra hastalığı nedeniyle satıldığını belirtmiş, mirasçılardan Kadiriye ile Celal ise, murisleri Yaşar ve davalı Ekrem arasında hiçbir şekilde alacak borç ilişkisi olmadığını, babalarının paraya ihtiyacı olmadığını belirten dilekçe sunmuşlardır.

Mahkemece, davalı Ekrem ile davalı Yaşar'ın damat-kayınpeder ol­dukları, davalı Mahmut'un satın aldığı taşınmazları ve satın alma bedellerini bilmediği, bilmediği yerleri kiraya vermesinin de çelişkili olduğu, ilçenin küçük bir yer ve bahçecilikle uğraşanların da birbirlerini genelde tanıdıkları, ayrıca taşınmazların davalı Mahmut tarafından satın alınırken de tapuda çok düşük bedeller gösterildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı Ekrem vekili ile davalı Mahmut tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, davalı Yaşar'ın borçlu Ekrem'in kayınpederi olmasına, İİK'nın 278/1. maddesinde bu derece akrabalar arasında yapılan tasarrufların bağışlama hükmünde sayıldığının ve iptale tabi olduğunun öngörülmesine, buna ilaveten davalı Yaşar'ın, damadı olan borçlu Ekrem'in alacaklılarından mal kaçırmak ya da alacaklılarını ızrar kastı ile hareket ettiğini bilebilecek kişilerden olması nedeniyle de bu davalılar arasındaki tasarrufun iptali gerekeceğine (İİK 280/11), davalı borçlu ile Mahmut'un ise küçük bir ilçede ve komşu kasabalarda bahçecilik ile uğraşan insanlardan olmaları ve birbirlerini tanımaları ve Mahmut'un, borçlunun alacaklılara zarar verme kastı ile hareket edildiğini bilebilecek durumda ol­masına, satın aldığı yerlerin mevki ve fiyatlarını da bilmediğini beyan etmesine ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre davalı Ekrem vekilinin ve davalı Mahmut'un sair temyiz itirazlarının REDDİNE

İİK'nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında maksat, tasarrufun iptali ile aynı Yasa'nın 283. maddesi gereğince cebri icra yoluyla alacaklının hakkını almasını sağlamaktır. Davanın konusu taşınmaz ise alacaklı (davacı), davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın dü­zeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haczini ve satışını isteyebilir. Bu durumda mahkemece sadece tasarrufların iptaline karar verilmesi gerekirken, tapa kaydındaki 4. kişi isminin silinmesine ve borçlu isminin yazılmasına karar verilmesi doğru değildir. Ne var ki bu husus yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, kararın HUMK'nın 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekir.

İİK M.206'DAKİ 4949 SAYILI YASA İLE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERDEN SONRA SIRA CETVELİNDE VERGİ ALACAKLARININ DURUMU

T.C. YARGITAY

19.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/7628
Karar: 2005/11942
Karar Tarihi: 01.12.2005

Dava: Taraflar arasındaki sıra cetveline itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı vekili, alacaklarının sıra cetvelinde dördüncü sıraya alındığını, oysa gerek 6183 Sayılı Yasada ve gerek İİK'nun 206'ncı maddesinin 4949 Sayılı Yasa ile değişmeden önceki halinde alacaklarının imtiyazlı olduğunu, bu itibarla sıra cetvelinin düzeltilerek alacaklarının imtiyazlı alacakların bulunduğu üçüncü sıraya alınmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

İcra mahkemesince, davacı alacağına imtiyaz tanıyan yasal bir düzenleme bulunmadığı, bu itibarla davacı alacağının dördüncü sıraya alındığı sıra cetvelinin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Müflis şirketle ilgili olarak İİK'nun 206 ve 207'nci maddeleri uyarınca düzenlenen sıra cetvelinde vergi alacağının tamamı 4'üncü sıraya kabul edilmiştir.

İİK'nun 206'ncı maddesinde 4949 Sayılı Yasa ile değişiklik yapılmadan önce kamu alacakları 5'inci sırada işlem görmekteydi. 4949 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonra özel kanunlarında imtiyazlı olduğu belirtilen alacakların 3'üncü sırada işlem göreceği belirtilmiştir. Vergi alacaklarına iflasta sıra cetvelinde diğer alacaklılara karşı imtiyaz tanıyan bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Anılan yasanın gerekçesinde de vergi alacakları yönünden tanınan imtiyazın kaldırıldığı belirtilmiş ve vergi alacaklarının 4'üncü sırada işlem görmesi amaçlanmıştır.

İcra Mahkemesi'nce bu yön gözetilerek, Maliye Hazinesi'nin 3'üncü sırada yer alması gerektiğine yönelik itirazının reddinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün ONANMASINA, 01.12.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİR MALIN AYNINDAN KAYNAKLANAN VERGİ BORÇLARI İPOTEKTEN DE ÖNCE ÖDENİR

T.C. YARGITAY

19.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/2355
Karar: 2005/7380
Karar Tarihi: 30.06.2005

Malın aynından doğan vergi alacakları rehinli alacaklardan önce ödenmelidir. Somut olayda davalı vergi dairesinin alacağı motorlu taşıtlar vergisinden kaynaklanmakta olup, bu verginin malın aynından kaynaklandığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

SIRA CETVELİNE İTİRAZ DAVALARINDA GÖREVLİ MAHKEMENİN BELİRLENMESİ

T.C. YARGITAY

19.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/707
Karar: 2011/3716
Karar Tarihi: 23.03.2011

Sıra cetveline itiraz davaları kural olarak genel mahkemelerde görülür. Sadece sıraya yönelik itirazlar İcra Mahkemesi'nce incelenir. Şikayetçinin hem sıraya ve hem de esasa yönelik itirazları bulunduğundan inceleme görevinin genel mahkemede olduğu hususu gözden kaçırılarak görevsizlik kararı verilmek gerekir.






T.C. YARGITAY

19.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/6942
Karar: 2005/11566
Karar Tarihi: 24.11.2005

ÖZET: Sıra cetveline karşı dava yoluyla genel mahkemede, şikayet yoluyla icra mahkemesinde itiraz edilebilir. İtiraz alacağın esas veya miktarına yönelikse dava yoluyla genel mahkemede, itiraz sıraya yönelikse şikayet yoluyla icra mahkemesinde ileri sürülmelidir. Sadece sıraya ilişkin itirazların icra mahkemesinde ileri sürülebileceği hükme bağlanmışsa da icra memurunun sıra cetveli düzenlerken takip hukuku hükümlerine aykırı hareket etmesi sonucunu doğuran nedenlere dayanarak da sıra cetveline icra mahkemesinde itiraz edilebilir.

(2004 S. K. m. 142/1, 142/son, 235)

Taraflar arasındaki sıra cetveline itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Karar

Davacı vekili, borçluya ait taşınmazın satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde satış bedelinin davalıya ödenmesine karar verildiğini, davalının takibinin çeke dayandığını, takip dosyasından 6 ay süreyle işlem yapmaması nedeniyle alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürerek sıra cetveline itiraz etmiştir.

Davalı vekili cevabında, davacı üçüncü kişinin alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürerek sıra cetveline itiraz edemeyeceğini çekin zamanaşımına uğramasının alacağı ortadan kaldıran bir sebep olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davalının süresinde satış istemesi nedeniyle haczin düştüğü alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Sıra cetveline karşı dava yoluyla genel mahkemede, şikayet yoluyla icra mahkemesinde itiraz edilebilir. İtiraz alacağın esas ve/veya miktarına yönelikse dava yoluyla genel mahkemede (İİK.nun md.142/1), itiraz sıraya yönelikse şikayet yoluyla icra mahkemesinde (İİK.nun 142/son) ileri sürülmelidir. İİK.nun 142/son maddesinde sadece sıraya ilişkin itirazların icra mahkemesinde ileri sürülebileceği hükme bağlanmışsa da icra memurunun sıra cetveli düzenlerken takip hukuku hükümlerine aykırı hareket etmesi sonucunu doğuran nedenlere dayanarak da sıra cetveline icra mahkemesinde itiraz edilebilir. Davacının itirazı davalının alacağının esas ve/veya miktarına yönelik olmayıp, takip konusu çekin zamanaşımına uğraması nedeniyle takip dosyasına pay ayrılamayacağına yönelik olması nedeniyle icra mahkemesinde ileri sürülmelidir. Mahkemece görev yeri düşünülmeden işin esasına girilerek hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 24.11.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

KARA TAŞIT ARACININ SİCİLİNE HACİZ KONULDUKTAN SONRA FİİLEN HACZEDİLMESİ YENİ BİR İŞLEM OLDUĞUNDAN ARTIK SATIŞ İSTEME SÜRESİ DE BU TARİHTEN İTİBAREN İŞLEMEYE BAŞLAR

T.C. YARGITAY

19.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/2583
Karar: 2005/7734
Karar Tarihi: 07.07.2005

(2004 S. K. m. 59, 78) (4389 S. K. m. 10, 15)

Dava: Taraflar arasındaki sıra cetveline itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Karar: Davacı vekili dava dışı borçlu Kardelen Nakliyat İth. İhr. Ltd. Şti.ne ait 31 SK 628 plakalı aracın satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde haczi düşmüş bulunan davalıya birinci sıranın verildiğini; Bankalar Kanunu'nun 15 nci maddesinin 10 ncu bendi uyarınca alacaklarının imtiyazlı olup öncelikle tahsili gerektiğini ileri sürerek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

İcra Mahkemesi'nce davalı yanın satılan aracın trafik kaydı üzerine 11.03.2002 tarihinde haciz koydurduğu, daha sonra yapılan fiili haczin satış isteme süresini etkilemeyeceği, davalı yanın yasal bir yıllık süre geçtikten sonra 09.04.2003 tarihinde satış istediği ve bu itibarla haczinin düştüğü gerekçesiyle sıra cetvelinin iptaline karar verilmiş; hüküm davalı şirket vekilince temyiz edilmiştir.

Motorlu taşıt araçları trafik siciline yazılmak suretiyle haczedilebilecekleri gibi, fiilen de haczedilebilirler. Sicile yazılmak suretiyle haczedilen aracın daha sonra fiilen haczedilmesi, bir muhafaza işleminden ibaret olmayıp, İcra ve İflas Kanunu'nun 78 vd. maddeleri anlamında yeni bir hacizdir ve satış isteme süresi de bu fiili hacizden itibaren yeniden işlemeye başlar. Somut olayda bedeli paylaşıma konu araç davalı yanca 16.04.2002 günü fiilen haczettirilmiş, 09.04.2003 günü de satış avansı yatırılmak suretiyle (İİK. m. 59) usulüne uygun biçimde satış istenmiştir. Bu durumda davalı yanın haczinin düşmediği göz önüne alınarak bir karar verilmek gerekirken yazılı gerekçeyle sıra cetvelinin iptalinde isabet görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 07.07.2005 günü oybirliği ile karar verildi.

MUVAZAA TALEBİYLE AÇILAN TASARRUFUN İPTALİ DAVALARINA YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ BAKMAKTA VE İLGİNÇTİR Kİ ACİZ VESİKASI ALINMASINI ARAMIYOR.

MUVAZAA TALEBİYLE AÇILAN TASARRUFUN İPTALİ DAVALARINA YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ BAKMAKTA VE İLGİNÇTİR Kİ ACİZ VESİKASI ALINMASINI ARAMIYOR.

MUVAZAALI İCRA TAKİBİ NEDENİYLE AÇILAN TASARRUFUN İPTALİ DAVASINDA HER ZAMAN DÜZENLENEBİLEN BONUNUN VARLIĞI TEK BAŞINA BİR ALACAĞIN VAR OLDUĞUNU GÖSTERMEZ. HAKİM DİĞER DELİLLERLE İPTALİ İSTENEN MUVAZAA İDDİALI TAKİBİN GERÇEK OLUP OLMADIĞINI ARAŞTIRMALIDIR.

T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/4539
K. 2009/5216
T. 3.6.2009

818/m.18
2004/m.142, 235
1086/m.299

DAVA : Taraflar arasındaki sıra cetveline itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Dava, muvazaa iddiasına dayalı sıra cetveline itiraz davasıdır.

Davalı vekili, davacı yanın iddialarının gerçeği yansıtmadığını, müvekkilinin diğer davalı borçlunun yanında plasiyer olarak çalıştığını ve yaptığı ciro karşılığında prim aldığını, borçlunun ödeyemediği hak edişlere karşılık bono verdiğini, muvazaa kastı olmadığından derhal takibe girişilmediğini, takibin hızlandırılması için girişimde bulunulmadığını, borçlunun başka araçlarına da haciz konulduğunu ve satış istendiğini ileri sürerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, davalı yanın takibinin usulüne uygun olduğu, davalı ile borçlu arasındaki borç ilişkisinin, bonoların tanzim tarihinin ve takip tarihinin davacının takip tarihinden önce olduğu ve bu nedenle sıra cetvelinde hukuka aykırı yön bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Muvazaa iddiasına dayalı sıra cetveline itiraz davalarında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklı üzerindedir. Davalı, alacağının varlığını ve miktarını usulüne uygun delillerle kanıtlamalıdır. Her zaman düzenlenmesi mümkün olan bono, alacağın varlığını ispatlamaya tek başına yeterli değildir. Bu durumda mahkemece, davalı alacaklının borçlu ile arasındaki alt ilişkiyi belgelendirmesi, satış tutarları ve prim oranları konusundaki delillerinin ibrazı sağlanarak, gerekirse davalı borçlunun buna ilişkin ticari kayıtlarının da incelenmesi, davalı yanın takibine dayanak kıldığı bononun keşide ve vade tarihi itibariyle Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 299. maddesi çerçevesinde değerlendirmesi ve varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle temyiz olunan hükmün davacı şirket yararına ( BOZULMASINA ), peşin harcın istek halinde iadesine, 03.06.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA YOLUYLA TAŞINMAZININ SATILACAĞI HUSUSU USULÜNE UYGUN OLARAK KENDİSİNE TEBLİĞ EDİLMEMİŞ BORÇLU MEDENİ KANUN M. 1023-1024 GEREĞİNCE SÜRESİZ OLARAK YOLSUZ TESCİL DAVASI AÇARAK İCRA İHALESİNİN İHALENİN FESHİNİ TALEP EDEBİLİR. ANCAK İHALE USULÜNE UYGUN TEBLİĞ EDİLMİŞ VE BORÇLU İHALENİN FESHİNİ TALEP ETMİŞ ANCAK REDDEDİLMİŞSE BU MADDELERE DAYANARAK İCRA İHALSİNİN FESHİNİ TALEP ETME HAKKI YOKTUR.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2011/1-321
Karar: 2011/382
Karar Tarihi: 01.06.2011

ÖZET: Kaydın illetini teşkil eden ihalenin geçersiz işlemlere dayanması durumunda, yolsuz tescilin oluşmasına neden olacağı açıktır. Yolsuz tescil iddiasına dayalı olarak tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm delilerin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, toplanan ve toplanacak olan taraf delillerinin birlikte değerlendirilmesi ve hâsıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekir. Hükmün bozulması gerekir.

(2004 S. K. m. 18, 71, 72, 134) (4721 S. K. m. 2, 705, 988, 989, 1023) (818 S. K. m. 226, 231, 237) (1086 S. K. m. 507, 508, 509, 510, 511, 570, 571) (6762 S. K. m. 624)(YİBK. 08.11.1991 T. 1990/4 E. 1991/3 K.) (YHGK. 20.02.1987 T. 1986/11-191 E. 1987/115 K.)(12 HD. 14.10.2008 T. 2008/19368 E. 17352 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <tapu iptal ve tescil> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 3.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddinedair verilen18.02.2008 gün ve 2006/264 E- 2008/70 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 14.01.2009 gün ve 2008/11159 E-2009/268 K Sayılı onama ilamı sonrasında davacıvekilininkarar düzeltmetalebinin kabulü ile Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin01.06.2009 gün ve 2009/4361 E-6232 K sayılı ilamı ile;

(… Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

İddianın ileri sürülüş biçimi ve dava dilekçesinin içeriğinden, davacının yurt dışında yaşaması nedeniyle davalı M. aracılığıyla satın aldığı 2 parsel sayılı taşınmaza karşılık davalıya kambiyo senetleri (bono) verdiğini, borçlarını ödediği halde bir kısım senetleri geri alamadığını bu durumu fırsat bilen davalının, senetlerden birini takibe koyarak usulsüz yapılan tebligatlar sonucutaşınmazının alacağa mahsuben ihale ile davalı M.’e satıldığını onunda durumu bilen diğer davalıya temlik ettiğini, bu suretle oluşan mülkiyetin nakli işlemlerinin yolsuz olduğu gerekçesiyle eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Bu tür bir iddia nedeniyle davacının ihalenin usulsüzlüğünden bahisle İcra İflas Kanununun 134.maddesi hükmüne göre ihalenin feshi isteyebileceği gibi ihale sonucu edinilen mülkiyete dayalı, tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil davası açmasına da yasal bir engel mevcut değildir.

Böyle bir davada, takibe esas teşkil eden borç ilişkisinin doğru olupolmadığı, buna dayalı takibin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve davalıların değinilen aşamalarda usul ve yasaya aykırı bir davranışlarının bulunup bulunmadığının araştırılmasında zorunluluk vardır.

Nevar ki, mahkemece ileri sürülen hukuki ihtilafın çözüme yönelik, değinilen hususlarda bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, açıklanan hukuki sebebe dayalı davanın dinlenme olanağı bulunduğu gözetilerek, bu konuda hükme yeterli bir araştırma yapılması, soruşturmanın tamamlanması ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı: 

Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davacının 1972 yılından bu yana Fransa’da ikamet ettiğini, davalılardan M. B. aracılığı ile dava konusu taşınmazı yatırım amacıyla satın aldığını, bu alış verişten dolayı davalıya senetler verdiğini, bu senetlerden dolayı borçlarını ödediğini, ancak yurt dışında yaşaması, davalıya güvenmesi gibi sebeplerle senetleri iade almadığını, bu durumu fırsat bilen davalının senetlerden bir tanesini Mersin 4.İcra Dairesi Müdürlüğü’nün 2000/5449 Esas sayılı dosyası ile icra takibine koyduğunu, tamamen usulsüz olarak yapılan tebligatlar ile davacıdan habersiz olarak yapılan ihale sonucundataşınmazı yolsuz olarak, alacağına mahsuben satın aldığını, tebligatları aldığı belirtilen kişilerin davacının yeğenleri olmadığı gibi onları tanımadığını, davalı M.’ı niyiniyet karinesinden faydalanmak için de, daha sonra taşınmazı, olaylardan haberdar olan diğer davalılaraaynı gün satış suretiyle devrettiğini, davacının taşınmazın satışından haberi olmadığından taşınmaza ilişkin vergileri de ödemeye devam ettiğini ileri sürerek, 7889 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kaydının iptali ile davacı adına tescilinekarar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; ihalenin feshi nedenlerine dayalı olarak genel mahkemede tapu iptali, tescil istemi ile dava açılamayacağı, davacının tescilin yolsuz olduğu iddialarını da kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacının temyizi üzerine; mahkemece verilen karar önce onanmış; davacının karar düzeltme talebi üzerine bu kez, Özel Dairece; <Davacının, mülkiyetin nakli işlemlerinin yolsuz olduğu gerekçesiyle eldeki davayı açtığı, bu tür bir iddia nedeniyle davacının ihalenin usulsüzlüğünden bahisle icra iflas kanununun 134.maddesi hükmüne göre ihalenin feshi isteyebileceği gibi ihale sonucu edinilen mülkiyete dayalı, tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil davası açmasına da yasal bir engelin mevcut olmadığı, böyle bir davada, takibe esas teşkil eden borç ilişkisinin doğru olmadığı, buna dayalı takibin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve davalıların değinilen aşamalarda usul ve yasaya aykırı bir davranışlarının bulunup bulunmadığının araştırılmasının zorunlu olduğu, ancak mahkemece ileri sürülen hukuki ihtilafın çözüme yönelik, değinilen hususlarda bir araştırma yapılmadığı, hükme yeterli bir araştırma yapılıp, tamamlanması ondan sonra bir karar verilmesi gerektiği,> gerekçeleri ile hükmün bozulmasına, oybirliğiyle karar verilmiştir.

Yerel Mahkemece; önceki gerekçeler tekrar edilerek ve açıklanarak direnme kararı verilmiş; hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yolsuz tescile dayalı eldeki davada, bu tescilin dayanağını oluşturan ihalenin yapıldığı icra takibe esas teşkil eden borç ilişkisinin doğru olup olmadığı, buna dayalı takibin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve davalıların değinilen aşamalarda usul ve yasaya aykırı bir davranışlarının bulunup bulunmadığı hususları ile ihalenin feshi nedenlerinin araştırılmasının gerekip gerekmediği; daha önce davacının açtığı ihalenin feshi davasının icra mahkemesince süreden reddedilmiş olmasının bu nedenlerin ayrıca incelenmesine engel teşkil edip etmediği, noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle somut olayın ortaya konulmasında yarar vardır:

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden anlaşıldığı üzere; 

Dava konusu 7889 ada, 2 parsel, 3498m2 arsa vasıflı taşınmazın evvelinde tam hisse ile davacı adına kayıtlı iken sonra icrada yapılan cebri satış ile el değiştirdiği, ardından da üçüncü kişilere satış yoluyla intikallerin gerçekleştiği ve davacının eldeki davayı icradan satın alana, onun sattığına, yine bu kişinin sattığı kişiye, en son da yine satış yoluyla satın alan malike karşı ve yolsuz tescile dayanarak açtığı belirgindir.

Davacının delil olarak dayandığı Mersin 4.İcra Dairesi Müdürlüğü’nün 2000/5449 Esas sayılı dosyasında; alacaklı M. B., borçlu A. R. K. aleyhine 28.512.741.000TL toplam alacak için 19.10.1999 vade, 19.08.1999 keşide tarihli 170.000F.F. bedelli senetteki borcuna istinaden icra işlemi başlatmış, davacı adına kayıtlı 7889 ada, 2 parsel, 3498m2 arsa vasıflı taşınmaz üzerine 23.11.2000 tarihinde haciz şerhi işlenerek Ali Rıza Koca adına değişik adreslere tebligatlar gönderilmek suretiyle; alacaklı vekilinin, taşınmazın satışını talep etmesi üzerine de alacaklı M.B.’e 09.08.2001 tarihinde alacağına mahsuben 21.600.000TL bedelle ile ihalesi yapılmış ve kesinleşmekle de 28.12.2001 tarihinde 8495 yevmiye ile bu kişi adına tescil edilmiş; adına tescil yapılan M. B. tarafından da aynı gün (28.12.2001) ve 8496 yevmiye no ile D.M.’ya satılmış; bu kişi tarafından 19.06.2003 tarihinde T. B.’na satılan taşınmaz, son olarak bu kişi tarafından 29.03.2004 tarihinde davalı N.G.’e satılmış ve bu kişi adınasatış sureti ile kaydedilmiştir.

Yine delil olarak dayanılan Mersin 1.İcra Mahkemesinin 27.06.2006 tarih, 2006/369 E- 2006/568 K. sayılı dosyasında, eldeki davanın da davacısı olan, davacı/borçlu Ali Rıza Koca, alacaklı M. B. aleyhine 13.04.2006 tarihinde ihalenin feshi talepli dava açmış; mahkemece, 27.06.2006 tarihinde verilen <İİK. nun 134/2 maddesine göre ihalenin feshinin, ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde istenebileceği, aynı yasanın 6. fıkrasına göre şikayet müddetininihale tarihinden itibaren bir yılı geçemeyeceği, davacının bu süreyi geçirdikten sonra şikayetçi olduğu, şikayetin süresinde olmadığı gerekçeleri ile şikayetin reddine> ilişkin kararla dava sonuçlanmış; verilen karartemyiz edilmeksizin 16.11.2007 tarihinde kesinleşmiştir.

Görüldüğü üzere, davacı eldeki davanın temelini, gerçek bir borcun olmadığı, buna rağmen usulsüz takip yapılıp, tebligat da yapılmadan kesinleşen bu takip üzerine ve yine aynı yollarla taşınmazın ihalesinin sağlandığı, bu ihalenin ve buna dayanılarak yapılan tescilin yolsuz olduğu, davalıların da el ve işbirliği içinde hareket ettikleri iddialarına dayandırmaktadır.

Hemen belirtmelidir ki, Hukuk Genel Kurulunca, iddianın bu özelliği de gözetilerek, konu ayrı başlıklar altında incelenmiş ve tartışılmıştır.

I- Davanın yolsuz tescile dayalı olması karşısında, davacının bu tescilin dayanağını teşkil eden ihalenin gerçekleştirildiği icra takibine konu borç ilişkisinin doğru olup olmadığı, buna dayalı takibin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve davalıların değinilen aşamalarda usul ve yasaya aykırı bir davranışlarının bulunup bulunmadığı hususları ile ihalenin feshi nedenlerinin mahkemece araştırma konusu yapılıp yapılamayacağına ilişkin yapılan değerlendirme: Uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu yön itibariyle, öncelikle <yolsuz tescil> kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Bilindiği üzere hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.

Bu amaçla Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan öteki unsur ise topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.

Belirtilen ilke Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinde aynen <tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur> şeklinde yer almış; aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. maddede başka bir ifade ile tekrarlanarak, iyiniyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımını hükümsüz saymıştır.

Anılan yasal düzenlemeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.

Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse; diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. 

Nitekim bu görüşten hareketle <kötü niyet iddiasının def’i değilitiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re ’sen) nazara alınacağı> ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/13 sayılı İnançları BirleştirmeKararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Yolsuz tescilin ve buna dayalı davanın açıklanan özellikleri ile önemi gözetildiğinde yolsuzluğu ileri sürülen işlemlerin dayandığı tüm olguların bu yolsuzluktaki payının araştırılması gereği açıktır.

Kural olarak; böyle bir iddiayı inceleyen mahkeme yolsuz olduğu ilerin sürülen işlemi oluşturan tüm vakıaları tespit ve değerlendirmek durumundadır; eldeki somut olay yönüyle de icra takibine dayanak alınan borç ilişkisinin gerçek olup olmadığı, takibin usulünce yapılıp yapılmadığı, tebligatların yapıldığı adreslerin gerçek olup olmadığı, bu yolla kesinleşen takip sonucu yapılan ihalenin feshi nedenlerinin olup olmadığı ve davalıların değinilen aşamalarda usul ve yasaya aykırı davranışlarının bulunup bulunmadığını araştırarak sonuca varmalıdır.

Bu husus Heyetçe kabul edilmiş ve kural olarak, bu araştırmaların yapılması gereği oybirliği ile benimsenmiştir. 

Ne var ki, eldeki dosyada olduğu gibi kural olarak yapılması gereken bu araştırmaların, daha önce İcra Mahkemesinde ihalenin feshi davasına konu edilmiş ve bu mahkemece karara bağlanmış olması durumunda mahkemenin nasıl bir yol izleyeceği hususunun da aydınlatılması gerekmektedir.

II- Yukarıda kural olarak araştırılması gerektiği kabul edilen hususların, daha önce açılan ihalenin feshi davasına konu olması durumunda, icra mahkemesinin ihalenin feshi davasında verdiği kararın eldeki yolsuz tescile dayalı davaya etkisinin ne olacağı ve mahkemenin bu halde de anılan araştırmaları ayrıca yapmasının gerekip gerekmediği sorununa gelince;

İlkin ilgili yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır:

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu(İİK)’nun 134. maddesinin ikinci fıkrasında; <(Değişik fıkra: 09/11/1988 - 3494/22 md.) İhalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir. İhalenin feshi talebi üzerine icra mahkemesi talep tarihinden itibaren yirmi gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden kararı verir. Talebin reddine karar verilmesi halinde icra mahkemesi davacıyı feshi istenilen ihale bedelinin yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder. (Ek cümle: 17/07/2003 - 4949 S.K./38. md.) Ancak işin esasına girilmemesi nedeniyle talebin reddi halinde para cezasına hükmolunamaz.>

818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 226.maddesinde de; <Müzayedenin Butlanı> başlığı altında <Kanuna veya ahlaka (adaba) mugayir tertibatla müzayedeye fesat karıştırılmış ise her alakadar tarafından on gün zarfında itiraz edilebilir. Bu itiraz cebri müzayedelerde icra ve iflas muamelelerine nezaret eden makamlara ve diğer hallerde mahkemeye arz olunur.>

2004 sayılı İİK’nun 18.maddesinin (1).fıkrasında ise: <İcra mahkemesine arzedilen hususlarda basit yargılama usulü uygulanır>.

Düzenlemeleri yer almaktadır. 

Görüldüğü üzere; 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK)’nun 226. maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere ihalenin feshi, yalnız İcra Mahkemesinden şikayet yoluyla ve ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde istenebilir.

İcra mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

Kural olarak icra mahkemesinin, takip hukukuna ilişkin kararları, sadece yürütülen takip bakımından tarafları bağlamakta ve sadece takip hukuku bakımından kesin hüküm yaratmakta; maddi hukuk anlamında <kesin hüküm> teşkil etmemektedir.

Öğretide İİK’nun 134/2 maddesinin açık hükmü karşısında diğer mahkemelerde açılamayacağı açık olarak belirtilen ihalenin feshine ilişkin icra mahkemesi kararlarının bunun istisnasını oluşturduğu; maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceği yönünde görüşler olduğu gibi, farklı görüşler de bulunmaktadır.

Belirtmelidir ki, eldeki davaya konu taşınmazla ilgili olarak ihalenin feshi istemi, İcra Mahkemesince, taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlık irdelenmeksizin süre yönünden değerlendirme yapılıp karara bağlanmıştır.

Oysa, eldeki davada yukarıda açıklanan iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibariyle, davacının usulsüz tebligat ve borcu olmadığı, ayrıcakaydın davalı taraf adına oluşumunun illetten yoksun olduğu, bu nedenle yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddiasına dayalı olduğu açıktır. Bu tür davaların mülkiyet hakkına dayalı olarak her zaman açılabileceği de kuşkusuzdur.

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında bu olgular gözetilerek; icra mahkemesinin kesinleşmiş ihalenin feshi isteminin süre yönünden reddine ilişkin kararının maddi anlamda kesin hüküm oluşturupoluşturmadığı tartışılmış, aşağıda açıklanan nedenlerle genel mahkemelerde yolsuz tescile dayalı tapu iptal ve tescil davası açılabileceği ve işaret olunan araştırmaların yapılması gerektiği görüşüne oyçokluğu ile ulaşılmıştır:

Önemle vurgulanmalıdır ki, yukarıya aynen aktarılan hükümlerde de açıklandığı üzere, ihalenin feshi ancak, satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler tarafından şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde istenebilmekte; ilgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilmekte; ayrıca <Kanuna veya ahlaka (adaba) mugayir tertibatla müzayedeye fesat karıştırılması> da bu şikayete konu olabilmektedir. Bu talepler tümüyle ihalenin hazırlık ve gerçekleşme aşamasındaki işlemlere yönelik olup, diğer iradi ve şekli sakatlıkların incelenmesini kapsamamaktadır. Buradaki talep hukuki nitelikçe şikayettir; şikayet bir dava olmadığına göre, diğer davalar yönünden kesin hüküm teşkil etmesi düşünülemez.

Bir an için kesin hüküm teşkil edeceği düşünüldüğünde dahi, bu kararlar aynı hukuki sebep ve gerekçelerle, aynı sonucu elde etmeye yönelik olarak açılacak davalarda bağlayıcı kabul edilebilirse de; hukuksal temeli tamamen farklı olan, hüküm sonucu itibariyle ihalenin şekilsel nedenlerle feshini amaçlamayıp, ihaleye kadarki sürece ilişkin görünüşte tam yapılmakla birlikte gerçek olmayan vakıalara dayanan işlemleri dayanak göstererek açılan bir davada aynı etkiyi yaratacağının kabulüne olanak yoktur.

Hemen belirtilmelidir ki, taşınmazının usulsüz takip ve buna bağlı olarak yapılan ihale ile elinden çıktığını iddia eden tarafın başvuracağı yollardan birisi yukarıda açıklanan şekilde ihalenin feshi şikayetini yapmaktır. Ancak, bunun yanında ihale sonucu edinilen mülkiyete dayalı tescilin yolsuz olduğunu ilerisürerek, tapu iptal ve tescil davası açmasına da yasal bir engel bulunmamaktadır.

Bu iki talep ve davanın nitelikleri, açılma zamanları, amaçları, hukuki dayanakları, yargılama yöntemleri ve kurulacak hükümleri ise birbirinden farklıdır.

İhalenin feshi, daha çok icra hukuku prensipleri ve şikayet prosedürü içinde, daha şekle dayalı, inceleme ve araştırma alanı daha kısıtlı ve ihalenin şeklen denetimi şeklinde gerçekleşmekte iken; yolsuz tescile dayalı iptal ve tescil davasında izlenecek yol bu kadar sınırlı olmayacak; takibe esas teşkil eden borç ilişkisinin doğru olup olmadığı, buna dayalı takibin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı, ihale hazırlığı ve ihale anına kadar ve ayrıca ihale hazırlığı ve ihale aşamasındaki tüm işlemlerde davalıların usul ve yasaya aykırı bir katkılarının bulunup bulunmadığı da araştırılacaktır.

Taşınmazın gerçek bir borç bulunmaksızın icra takibi sonucu elden çıkarılması mahkeme kararı ile saptanmışsa, alacaklı tarafından borcuna mahsuben, alacağına karşılık temlik alındığı için yolsuz tescil iddiası ileri sürülebilecek; el değiştirme halinde davalılar arasında el ve işbirliğine dayalı bir ilişki olup olmadığına da bakılacaktır.

Görüldüğü üzere, yukarıda açıklanan düzenlemeler, icra hukuku ile sınırlı ve basit yargılamayı ve ihalenin hazırlanış ve ifası ile sonuçlandırması sırasında vuku bulan icra mahkemesinden şikayet yolu ile istenebilen fesihleri tanımlamaktadır. Bu çerçevede kalan bir soruşturma ve değerlendirmenin, mülkiyet hakkının illetini teşkil eden nedenin varlığına ya da yokluğuna delalet edemeyeceği kuşkusuzdur.

Türk hukuk sisteminde, tapu kayıtlarının oluşumunda illilik prensibi esastır. İhalenin feshi isteğinin reddedilmiş olması keyfiyeti, temelde yolsuz tescil nedenini ortadan kaldırmaz.

Eldeki davada, yukarıda açıklanan iddiasının içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibarı ile, davanın, çekişme konusu taşınmaz kaydının davalı taraf adına oluşumunun illetten yoksun olduğu, bu nedenle yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddiasına dayalı olduğu’ açıktır. Bu tür davaların mülkiyet hakkına dayalı olarak, her zaman açılabileceği de kuşkusuzdur.

Diğer yandan, davalı ihaleye katılan sıfatını taşıyor ise, olayı bilen, hatta daha ötesi, olayı yaratan ve yürüten kişidir. Bu kişinin iktisapta ‘üçüncü kişi’ sayılmasına olanak yoktur.

O halde, kaydın illetini teşkil eden ihalenin geçersiz işlemlere dayanması durumunda, yolsuz tescilin oluşmasına neden olacağı açıktır.

Hal böyle olunca; yolsuz tescil iddiasına dayalı olarak tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm delilerin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, toplanan ve toplanacak olan taraf delillerinin birlikte değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.

Oysa, mahkemece icra mahkemesince ihalenin feshinin süre yönünden reddi yönündeki kararına dayanılarak dava reddedilmiş; açıklanan inceleme ve araştırmalar yapılmamıştır. 

Hal böyle olunca; Hukuk Genel Kurulu’nca yukarıda (I) maddede açıklanan nedenlerde oybirliği, (II) maddede yer alan nedenlerle de oyçokluğu ile benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, hatalı değerlendirme ve eksik soruşturmaya dayalı önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Direnme kararı bu nedenlerle bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının; yukarıda (I) maddede açıklanan nedenlerde oybirliği ile, (II) maddede açıklanan nedenlerde ise oyçokluğu ile olmak üzere kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda iki madde halinde gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına karar verildi.

KARŞI OY 

Özel Daire’nin, taraflar arasında borç ilişkisi olup olmadığı yönündeki bozma kararına katılıyorum.

Ancak; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu(İİK)’nun 134/2 maddesinde de <818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK)’nun 226. maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere ihalenin feshi, yalnız İcra Mahkemesinden şikayet yoluyla ve ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde istenebilir.> denilmekte; 

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 226. maddesinde aynen <Kanuna veya ahlaka (adaba) mugayir tertibatla müzayedeye fesat karıştırılmış ise her alakadar tarafından on gün zarfında itiraz edilebilir. Bu itiraz cebri müzayedelerde icra ve iflas muamelelerine nezaret eden makamlara ve diğer hallerde mahkemeye arz olunur> hükmü yer almaktadır. 

Davacıda, iddialarını, Mersin 1.İcra Mahkemesinin 27.06.2006 tarih, 2006/369E-2006/568 K. sayılı dosyası ile ileri sürerek13.04.2006 tarihinde ihalenin feshi talepli dava açmış, mahkemece, 27.06.2006 tarihinde, <İİK.nun 134/2 maddesine göre ihalenin feshinin, ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde istenebileceği, aynı maddenin 6. fıkrasına göre şikayet müddetininihale tarihinden itibaren bir yılı geçemeyeceği, davacının bu süreyi geçirdikten sonra şikayetçi olduğu, şikayetin süresinde olmadığı gerekçeleri ile şikayetin reddine> karar verilmiş, verilen karar temyiz edilmeksizin 16.11.2007 tarihinde kesinleşmiştir. 

İİK’nun 134/2 maddesinin açık hükmü karşısında diğer mahkemeler açılamayacağı açık olarak belirtilen ihalenin feshine ilişkin icra mahkemesi kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmektedir. Bunlara karşı yargılamanın iadesi isteminde bulunulması mümkündür. Davacının böyle bir talepte bulunmadığı da dosya kapsamı ile bellidir. Diğer taraftan Borçlar Yasası’nın 226.maddesi (müzayedenin butlanı) başlığını taşımakta olup, müzayedeye fesat karıştırılmış ise her alakadar tarafından on gün içerisinde itiraz edilebileceği belirtilmiş, bu itirazın cebri satışlarda icra ve iflas işlemlerine nesaret eden makamlara, diğer hallerde mahkemeye yapılacağına hüküm altına alınmıştır. Eldeki davaya konu olan satış, cebri satış olduğundan ancak icra mahkemesine başvurulabilir ve satışın butlan nedeniyle iptali istenebilir. Bu hüküm dahi genel mahkemede yolsuz tescil davası açılmasına engeldir.

Böyleceihalenin feshi davasında alınan kararın <kesin hüküm> olacağı ve yargılamanın iadesi yoluyla ortadan kaldırılmadıkça, burada karara bağlanan hususlara dayanarak genel mahkemelerde yolsuz tescile dayalı tapu iptal- tescil davası açılamayacağı görüşündeyim.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunun bozma yönünde verilen kararına katılamıyorum. 

KARŞI OY

Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı Ali Rıza Koca, 19.04.2006 tarihli dava dilekçesi ile, davalı M. B.’den 1999 yılı Ağustos ayı içinde, Menteş Köyünde kain 2 parsel nolu arsa vasfındaki taşınmazı 500.000 Fransız Frangına satın aldığını, satış bedeline mahsuben 200.000 FF, 170.000 FF ve 110.000 FF miktarlı üç adet bono verdiğini, bono bedellerini ödemesine rağmen Fransa’da ikamet ettiği ve güvendiği için geri almadığını, bu bonolardan bir tanesinin icra takibine konu edilerek 2 parsel nolu dava konusu taşınmazın cebri icra sonucu 09.08.2001 tarihinde davalı M.’e ihale olunduğunu, M.’in de diğer davalılara satmış gibi gösterdiğini, icra takibinin, tebligatların usulsüz yapıldığını, tescilin yolsuz olduğunu belirterek, tapunun iptalini, taşınmazın adına tescilini talep etmiş, davalı M. B. ise, davaya cevabında, bahsi geçen arsayı 500.000 FF’na davacıya sattığını, 200.000 FF miktarlı bononun ödendiği için bu bonoyu davacıya geri verdiğini, borcun tamamının ödenmemesi nedeniyle, ödenmeyen 170.000 FF miktarlı bononun icra takibine konulduğunu, ödenmeyen üçüncü 110.000 FF miktarlı bononun ise, halen dahi kendisinde olduğunu, davacının satış bedeline mahsuben kendisine, toplam 269.900 FF ödeme yaptığını, başkaca bir ödemesi de bulunmadığını, diğer ödeme belgesi olarak sunulan, 1997 ve 1998 yılında yapılan ödemelerin tarihlerinin ise, dava konusu arsanın satışından çok önceye, 1-2 yıl öncesine ait olup, davacı ve eşi E. K.’ya 1997 yılında Susanoğlu/Silifke’de bulunan Özge Konut Sitesinde sattığı iki adet villaya ait ödemelere ilişkin olduğunu, davacının dava konusu arsa bedeline ait olmak üzere toplam 269.900 FF dışında başka hiçbir ödemesi olmadığı için icra takibi yaptığını, tüm işlemlerin usul ve yasalara uygun olduğundan davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

Diğer davalılar ise, M. B.’in emlak alım satım işi ile uğraştığını, ihaleden 1-2 yıl gibi süreler geçtikten sonra taşınmaza iyi niyetle malik olduklarını, davanın reddini istemişlerdir.

Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (2006/264 E., 2008/70 K.) 18.02.2008 tarihli kararı ile, ödeme emrinin ve tebligatların usulüne uygun olup, takibin kesinleştiği, kıymet takdiri ve satış ilanının da usulüne uygun tebliğ olunduğu, 09.08.2001 tarihinde yapılan ihale ile M. B.’e alacağına mahsuben ihalenin yapıldığını, M.’in bu yeri bilahare diğer davalıya sattığı, davacının ihalenin usulüne uygun yapılmadığı yolundaki şikayetlerini icra mahkemesine yapması gerektiği, nitekim davacının icra mahkemesine başvurduğu, ancak süresinde açılmadığı için icra mahkemesince şikayetin reddine karar verildiği, ihalenin feshi nedenlerine dayanarak genel mahkemelerde tapu iptali ve tescil istemi ile dava açılamayacağı, aksi halde böyle bir davanın genel mahkemede incelenmesinin görev kurallarına aykırı olduğu, davacının tescilin yolsuz olduğunu da ıspat edemediğini belirterek davanın reddine karar vermiş, iş bu karar Yüksek 1. Hukuk Dairesi’nin 14.01.2009 tarih, 2008/11159-2009/268 sayılı kararı ile oybirliği ile onanmış, bilahare karar düzeltme safhasında, 01.06.2009 tarih, 2009/4361-6232 sayılı kararla <... borç ilişkisinin doğru olup olmadığı, buna dayalı takibin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve davalıların değinilen aşamalarda usul ve yasaya aykırı bir davranışlarının bulunup bulunmadığının araştırılmasında zorunluluk vardır. Değinilen hususlarda bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.> gerekçesi ile bozulmuştur. 

Bozma kararı üzerine Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, 11.02.2010 tarih, 2009/556 E., 2010/153 K. sayılı kararı ile hangi hallerde tescilin yolsuz olduğu TMK’nun 1024/2. maddesinde belirtilmiştir. Madde hükmüne göre; bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescilin yolsuz olduğu, somut olayda maddede tarif edilen anlamda yolsuz tescil bulunmadığı belirtilerek, önceki karardaki gerekçelerin tekrarı ile davanın reddi ile direnme kararı verilmiş, davacının direnme kararının bozulması isteği ile temyizi üzerine dosya yüksek Hukuk Genel Kuruluna gelmiştir.

Somut olay, geçirdiği safahat ve verilen kararların bağlayıcılığı noktasında, benzer nitelikteki konulara da emsal teşkil ederek hukuki belirsizliğe de çözüm getireceği düşüncesinden hareketle, konunun Dairemizin görev alanını ilgilendiren yönleri de değerlendirilmek suretiyle hukuki ve yasal kıstasların ortaya konulmasında fayda mülahaza edilmektedir.

Bu bağlamda; artırma ve ihale ile ilgili uyuşmazlıkların çözümünde; İcra İflas Kanunu hükümleri uygulanır.

İcra mahkemesi, ihalenin feshi talebini, HUMK’nun 507-511, İİK’nun 134/2.maddeleri hükmüne göre inceler. Ancak burada İİK’nun 18/3.maddesi hükmü uygulanmaz. Zira, ihalenin feshi talebi üzerine, icra mahkemesi talep tarihinden itibaren 20 gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden karar verilir (İİK’nun 134/2-C3 maddesi).

İcra mahkemesinin ihalenin feshi talebini inceleme yetkisi sınırlı değildir. İhalenin feshi sebepleri, tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. İcra mahkemesi tarafların ikrarı veya kabulü ile bağlı olmayıp, ihalenin feshi sebebinin mevcut olup olmadığını araştırır.

İhalenin feshini isteyenin yurt içinde (Türkiye’de) bir adres göstermesi zorunludur (İİK’nun 134/2-C1 maddesi.).

İhalenin feshi, Borçlar Kanunu’nun 226.maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnızca icra mahkemesinden istenebilir (İİK’nun 134/2.md. BK’nun 226.maddesi).

İhalenin feshi için icra mahkemesi görevli olup, genel mahkemeler görevli değildir. Bu nedenle, genel mahkemelerce ihalenin feshine müncer olacak nitelikte, tapu iptali, tapu kaydının terkini adı altında dava da açılamaz.

İcra mahkemesinin ihalenin feshi talebini reddetmesinden sonra da, genel mahkemelerde, tapu iptali, ihalenin iptali veya bedel davası adı altında, aynı ihalenin feshi sebebine veya sebeplerine dayanarak bir dava açılamaz. Zira, böyle bir davanın genel mahkemece incelenmesi, hem görev kurallarına hem de kesin hükme aykırı olur (HUMK’nun 237.maddesi).

Şuyunun satış suretiyle giderilmesi satışlarında, ihalenin feshi için, şuyunun giderilmesine karar vermiş olan sulh hukuk mahkemesi görevlidir (HUMK’nun 570-571.maddesi).İcra mahkemesinin ihalenin feshi talebini reddi kararı, aynı taraflar arasında <maddi anlamda kesin hüküm> teşkil eder. Bu nedenle, ihalenin feshini isteyen kişi, aynı dava sebebine dayanarak icra mahkemesinde ihalenin feshi talebinde bulunamayacağı gibi genel mahkemelerde de tapu iptal davası veya tazminat davası da açamaz.

İcra mahkemesi, ihalenin feshini isteyenin, ihalenin feshini isteyebilecek kişilerden olduğu, ihalenin feshedilmesinde hukuki yararı bulunduğu, ihalenin feshi talebinin yerinde olduğu, ihalede yolsuzluk bulunduğu kanısına varırsa ihalenin feshine karar verir. 

İhalenin feshi talebinden önce taşınmaz tapuda alıcı adına tescil edilmiş ve halen de alıcı üzerine kayıtlı ise, ihalenin feshine karar veren icra mahkemesi alıcı adına olan tapu kaydının iptaline de karar verebilir.

İhalenin feshine karar verilmeden, üçüncü kişiler o taşınmaz üzerinde iyi niyetle bir hak kazanmışlar ise ihalenin feshi bu iyiniyetli kazanımları etkilemez. (M.K.1023 md.)

İcra dairesi tarafından taşınmaz kendisine ihale edilenalıcı, o taşınmazın mülkiyetini iktisap etmiş olur. (İİK.134,BK.231, TMK 705 maddeleri)

İhalenin feshi talebinin 7 gün ve 1 yıllık hak düşürücü süreler geçmeden icra mahkemesinden (izaleyi şuyu sonrası satışlarda sulh mahkemesinden) istenilmesi gerekir. (İİK.134/2-7 md.) (Prf.Dr.Baki Kuru-İcra İflas Hukuku/2004)

İhalenin bozulma nedenlerigerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında; ihaleye fesat karıştırılmış olması, artırmaya hazırlık aşamasında ve ihalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler, alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması şeklinde sıralanabilir.

İhale tarihinden sonra borcun ödenmiş olması ihalenin feshini gerektirmeyeceği gibi, ödemenin ihale tarihinden önce olması halinde dahi bu hususta, ihaleden önce mahkemeye başvurularak takibin iptalinin sağlanması yoluna gidilmesi gerekip, itfa nedenine dayalı olarak ihalenin feshi istenemez.(HGK 17.2.1999 tarih 1999/12-82-86, 12.HD.14.10.2008 tarih 2008/19368 E, 17352K.)

Diğer taraftan, kambiyosenetlerinin(bono) ödendiği, İİK.nun 169/a maddesinde yazılı resmi veya imzası ikrar edilmiş bir belge ile ispatlanır. Borçlu takibinkesinleşmesinden sonraki devrede borcun ve ferilerinin itfa edildiğini İİK.nun 71.maddesi koşullarında kanıtlayabilir.

22.3.2000 tarih 2000-12-706-181 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da açıklandığı gibi, bononun vadesinde keşideciye (tanzim edene) ibrazı ile borçlu mütemerrit olur. Senedin vadesinde ibraz olunmadığı ahvalda, keşideci borçlu, TTK.nun 624.maddesi gereği masraf ve hasar hamile ait olmak üzere bono bedelini notere tevdi ederek borçtan kurtulur. Bu gereği yerine getirmeyenborçlunun, vadesinde senedin ödenmek üzere kendisine ibraz olunmadığı iddiası sonuç doğurmaz.

Bu açıklamalardan sonra somut olayın, dosyalar muhtevasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde;

Taraflar arasında 1999 yılının Ağustos ayı içerisinde7889 ada 2 parsel nolu 3498 m2 miktarlı 500.000 FF bedellearsa alışverişi yapıldığı, satış bedelinin üç adet (200.000 FF, 170.000 FF ve 110.000 FF miktarlı) bono verilerek ödenmesinin kararlaştırıldığı, bu bonolardan 200.000 FF miktarlı olanın ödenerek davacıya teslim olunduğu, arsa bedeline mahsuben 20.11.1999 tarihinde 49.900 FF, 30.9.1999 tarihinde 180.000 FF, 19.7.2000 tarihinde 40.000 FF miktarlı olmak üzere toplam 269.900 FF ödendiği konularında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık; 20.9.1997 tarihli 110.000 FF, 23.10.1997 tarihli 70.000 FF, 31.1.1998 tarihli 65.000 FF olmak üzere toplam 245.000 FF ödeme konusunda toplanmaktadır. Bu ödeme belgelerinde, yapılan ödemelerin hangi borca mahsuben yapıldığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. Ödeme belgesinin bonolor için verildiğinin kabul edilebilmesi için belgede bonolara açıkça atıf yapılması zorunludur. (12.HD.1.12.2006 t, 2006/19695-22789) 

Davacı, bu ödemelerin de dava konusu arsa bedeline mahsuben yapıldığını söylerken, davalı hayatın olağan akışına ve maddi gerçeklere görehiç kimsenin Ağustos1999 da aldığı arsa bedeli için 1-2 yıl öncesinden ödeme yapmasının mümkün olamayacağını, bu ödemelerin davacı ve eşi Elif Koca’ya 1997 yılında Susanoğlu/Silifke de bulunan Özge Konut sitesinde sattığı iki adet villa bedeline mahsuben yapılanödemeler olduğunu söylemektedir. Davalı tarafın iş bu beyanına, davacı tarafından karşı çıkılmadığı da görülmektedir. Nitekim, bu ödemelerin arsa satış tarihinden 1-2 yıl öncesine ait olması, 1997 ve 1998yıllarına ait ödeme belgelerinde, arsa satış bedeline mahsuben ödendiğine dair bir kaydı da ihtiva etmemesi ve bu ödemelerin İİK.169/a, 71.ve TTK.nun 624.maddesi koşullarında bir ödeme belgesi olmaması nedenleriyle geçerli bir ödeme olarak kabulü mümkün değildir.

İhalenin yapıldığı 9.8.2001 tarihi itibariyle dava konusu arsa bedeli olan 500.000 FF nın veya satış bedeline mahsuben verilen bonoların tamamının belirtilen usulde ve yasa hükümlerine göre ödendiği hususu kanıtlanmadığı gibi, borçlunun borçsuzluğun tesbiti, borcu bulunmadığına dair İİK.nun 72.maddesi koşullarında açtığı bir dava veya borcun olmadığına dair bir belge veya bu konuda alınmış bir ilam da dosyalar muhtevasında bulunmamaktadır. Bu itibarla, alacaklının alacağına kavuşmak için yaptığı icra takibi ve devamındaki işlemler, takip hukukuna, İİK, TTK’na ve yasal prosedürlere uygun bulunmaktadır. 

Arsa alış verişiAğustos 1999’da yapılmış, verilen bonoların vade tarihleri 20.9.1999, 9.10.1999 tarihleri olup, 19.8.1999 tanzim tarihli 110.000 FF’lik bonoda ise vade tarihi mevcut değildir. 

İcra takibi ise belirtilen vade tarihlerinden çok sonra 22.11.2000 tarihinde başlatılmış olup, bu tarih itibariyle geçerli ve kabul edilen (30.9.1999, 20.11.1999 ve 19.7.2000 tarihleri olmak üzere) toplam ödeme miktarı 269.900 FF olmakla, kalan miktar alacak için icra takibi yapılmasında belirtildiği üzere bir usulsüzlük yoktur. 

İhalenin 9.08.2001 tarihinde yapılmasından 5 yıl sonra ve hak düşürücü sürelerde geçtikten sonra 13.4.2006 tarihinde ihalenin feshi davası, 19.4.2006 tarihinde ise tapu iptal ve tescil davası açılmıştır. 

Yolsuz tescil Yüksek 1.Hukuk Dairesi’nin kararlarında; yasanın öngördüğü yönteme (usule) uymayan hukuksal işlemlere dayanılarak oluşturulan sicil olarak tanımlanmaktadır. 

Somut olayda, alım satım ilişkisine, bunun için verilen senetlere, senetlerdeki borca, imzaya karşı çıkılmamış, borcu doğuran hukuki ilişki kabul edilip, itiraz sadece ödeme olgusuna dayandırılmış, bu da yöntemince kanıtlanamamıştır. Bu durumda bozma ilamında belirtilenin aksine, kabul edilen bir hususun ayrıca araştırılmasına, ispatına gerek de bulunmamaktadır. (HGK.nun 4.12.1985 tarih, 12/27-984, HGK.nun 20.2.1987 tarih, 1986/11-191 - 1987/115 Sayılı Kararları)

Bu itibarla Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinin yolsuz tescilin kanıtlanmadığı gerekçesine dayalı kararı ve bu kararı onayan Yüksek 1.Hukuk Dairesinin 14.1.2009 tarihli onama ilamı yerindedir.

Diğer davalıların ise ihale tarihinden çok sonra dava konusu taşınmazı birbirlerinden satın almak suretiyle edindikleri tapu kaydı muhtevasından anlaşılmakta olup, kötüniyetle iktisap ettiklerine dair bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. 

Yüksek 1.Hukuk Dairesinin pek çok kararında da vurgulandığı ve Dairemizce de benimsenen görüşe göre; <kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzeninin sağlanması düşüncesiyle ihalede mal alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi asıldır.> 

Bu bağlamda cebri artırma, bir satış akdi, hatta özel hukukun bir hukuki işlemi olmayıp, bir kamu tasarrufudur. Kamunun güvenine mazhar olarak devlet otoritesinin cebri icra organları vasıtasıyla yasalara uygun olarak gerçekleştirilen ihalenin korunması da kamu düzeninin sağlanmasının ve hukuk devleti olmanın bir gereğidir. 

Neticeten, on yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra, kesinleşen ihalenin haklı ve hukuki bir sebep olmaksızın feshedilmesi kabul edilebilir bir olgu değildir. Bu yol açıldığı takdirde, hiç kimse cebri icra yolu ile mal edinmek istemeyecek, alacaklılar alacağına kavuşamayacak, borcunu ödemeyen kişiler de ödüllendirilmiş olacaktır. Adaletin görevi, toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğacak sorunları gidermektir. Bu itibarla Mersin 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin direnme kararı yerinde olup, onanması gerektiğinden, aksi yöndeki sayın çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.