25 Mayıs 2022 Çarşamba

(kıdem tazminatı dışındaki) alacaklara arabuluculuk son tutanak tarihinden itibaren faiz uygulanabileceği”ne dair Yargıtay kararı

 Başvuru konusu uyuşmazlığın “arabuluculuk faaliyeti sonunda arabuluculuk son tutanağının düzenlendiği tarih itibariyle temerrüdün gerçekleştiği, arabulucuya başvuran tarafça açılacak dava sonucunda hüküm altına alınan (kıdem tazminatı dışındaki) alacaklara arabuluculuk son tutanak tarihinden itibaren faiz uygulanabileceği” yönündeki Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 30.06.2021 T, 2020/1584 E, 2021/1855 K. sayılı kararı ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 23.09.2021 T, 2019/2770 E., 2021/2065 K. sayılı kararları doğrultusunda giderilmesine,

2. Bölge Adliye Mahkemelerinin, 4857 sayılı İş Kanunu'ndan kaynaklanan uyuşmazlıkları incelemekle görevli ilgili hukuk dairelerine bildirilmesi için karardan bir suretin Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliğine gönderilmesine, 21/03/2022 günü oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

9. HD. 21.03.2022 T. E:3222 , K:3813

BELİRSİZ ALACAK DAVALARINI DETAYLICA İRDELEYEN BİR KARAR

 T.C YARGITAY

3.Hukuk Dairesi

Esas: 2020/ 12074

Karar: 2021 / 9845

Karar Tarihi: 11.10.2021                                                                                                                                                                Davacı; davalı bankadan kullandığı konut kredisi ile aldığı dairenin 23/10/2011 ve 09/11/2011 tarihinde meydana gelen depremlerde hasar gördüğünü, daha önce dava konusu dairenin davalı banka tarafından zorunlu deprem sigortasının yaptırıldığını, ancak süresi bittiği halde davalı banka tarafından yenilenmediğini, bu nedenle dairenin deprem sigortasının bulunmadığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 1.000 TL maddi tazminatın deprem tarihi olan 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı; davacının evinde deprem nedeniyle oluşan hasarın ödenmemesinde herhangi bir kusuru bulunmadığını, zorunlu deprem sigortası yaptırma yükümlülüğünün davacıya ait olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 03/11/2015 tarihli ve 2015/30535 E. 2015/31753 K.sayılı kararıyla taraflar arasındaki uyuşmazlığın bakmaya Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece bozmaya uyularak tüketici mahkemesi sıfatı ile yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafça temyizi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 28/06/2018 tarihli ve 2016/14590 E. 2018/7458 K. sayılı kararıyla, her ne kadar, ... sigortasını yapan başka bir sigorta şirketi olsa da, davalı bankanın zorunlu olan bu sigortanın da yenilenmesi için davacıya bilgilendirme yapması gerektiği, davalı bankanın kusurlu bulunduğu, ne var ki davacı sigortalının da zorunlu olan ... sigortasının süresinin dolup dolmadığını takip etme ve sigortayı yeniletme konusunda kendisine düşen özen yükümlülüğünde müterafik kusuru olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda ise; davacı vekilinin belirtilen arttırım dilekçesinde davalarını belirsiz alacak davası olarak açtıklarını ileri sürdüğü, dava dilekçesinin incelenmesinde, davanın HMK'nın 107. maddesi veya belirsiz alacak manasına gelecek bir beyana, bir ifadeye rastlanılmadığı gerekçesiyle, davacının dava dilekçesinde talep ettiği 1.000 TL üzerinden her iki tarafında %50 kusurlu olduğunun taktiri ile davanın kısmen kabulüne 500 TL’nin 21/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlığa konu davada öncelikli olarak çözümlenmesi gereken husus, davacının davasını belirsiz alacak davası olarak açıp açmadığı noktasında toplanmaktadır.

HMK'nın 107. maddesinde; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği, karşı tarafın verdiği bilgi veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda, davacının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği, ayrıca kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabileceği ve bu durumda hukuki yararın var olduğunun kabul edileceği, 109. maddesinde ise; talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı, kısmi dava açılması halinde dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkca feragat edilmiş olması hali dışında talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceği bildirilmiştir.

Görüldüğü gibi her iki dava çeşidininde açılabilirlik şartı, alacağın konusunun miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmamasıdır. Her iki dava çeşidinde de (alacak miktarınını tespiti davası dışında) dava açan alacağın asgari bir miktar ve değerini belirterek talepte bulunmaktadır.

Dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde, davacı neye karar verilmesi istiyorsa onu açık şekilde yazar. Tespit davalarında davacı bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine karar verilmesini ister, kısmi davada davacının dava dilekçesinde kısmi dava açtığını açıkça bildirmesi gerekir, belirsiz alacak davasında ise alacağın miktarının belirlenmesi açıkça talep edilmelidir.

 Talep sonucu açık değilse mahkeme talep sonucunu açıklattırmalıdır. Bundan başka, talep sonucunun açık olmaması halinde, onu dava dilekçesinin diğer bölümlerinde yazılanların ışığında bir yoruma tabi tutarak davacının açtığı davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemek hakimin ödevidir (HGK’nın 2017/(7)22-2109 E. 2017/1041 K.). Yine, davacı cevaba cevap dilekçesinde, daha önce vermiş bulunduğu dava dilekçesindeki iddiaları ile bağlı değildir ve (iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına tabi olmaksızın) dava dilekçesindeki iddialarını serbestçe değiştirip genişletebilir (HMK. m.141,1). Yani, cevaba cevap dilekçesinde; talep sonucunu arttırabilir, değiştirebilir, yeni vakıalar ileri sürebilir.

Buna karşılık davacı, cevaba cevap dilekçesini verdikten sonra veya bunun için öngörülen iki haftalık süre geçtikten sonra (ön inceleme aşamasının 141,1- cümle 3 tamamlanmasından sonra), cevaba cevap dilekçesinde bildirilmesi gereken ve fakat bildirilmemiş olan hususları ileri süremez; yani, cevaba cevap dilekçesindeki iddia ve savunmasını (daha sonra) genişletemez, değiştiremez. (Prof. Dr. ...- Prof. Dr. ...- Prof. Dr. ..., Medeni Usul Hukuku ..., bkz sf. 337)

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dava dilekçe içeriği incelendiğinde "...bu manada oluşan maddi kayıpları ileride yaptırılacak bilirkişi incelemesi ile de sabit olacağı üzere fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı tutularak şimdilik 1.000 TL talep etmekteyiz..." denildiği, yine davalının sunduğu cevap dilekçesinde, " davacının açık ifade ile davasını belirsiz alacak davası şeklinde açtığını, ancak bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını" belirttiği, davacının ise, cevaba cevap dilekçesinde açık şekilde "davacının uğradığı zararın tespiti amacıyla teknik bilirkişi marifetiyle yapılacak incelemeler ve hazırlanacak rapor doğrultusunda oluşan zarar miktarı ve bedelinin ortaya çıkabileceğini, bu nedenle davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını" ifade ettiği nazara alındığında, eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı sabittir.

Kaldı ki, 22/07/2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir. Bu madde ile ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı da nazara alındığında, mahkemenin söz konusu 08/06/2020 tarihli dilekçeyi bu şekilde irdelememesi de doğru görülmemiştir.

Bu itibarla mahkemece; eldeki davanın 6100 sayılı HMK’nun 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olduğu dikkate alınarak, davacı tarafça sunulan 08/06/2020 tarihli dilekçenin talep arttırım dilekçesi olduğunun kabulü suretiyle sonucuna uygun hüküm tesisi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

davanın esası hakkında duruşma açılmadan istinaf incelemesi yapılması halinde bölge adliye mahkemesince, HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, incelenen mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine veya ilk derece mahkemesi kararını düzeltilerek veya yargılamadaki eksiklikler tamamlanarak yeniden esas hakkında karar verilmelidir.

 T.C. YARGITAY 3. Hukuk Dairesi 


 ESAS NO : 2021/8062 

KARAR NO : 2021/13821 


T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A 


Y A R G I T A Y İ L A M I 


İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : ADANA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 5. HUKUK DAİRESİ 


TARİHİ : 7/9/2021 (EK KARAR: 23/9/2021) 


NUMARASI : 2019/588-2021/1527 


DAVACILAR : 1-MERYEM TÜRKTEKİN, 2-HAMZA TÜRKTEKİN VEK. AV. DERYA AKDAĞ POLAT 


DAVALI : HALİL AVCI VEK. AV. ERDİNÇ İPEK 


İLK DERECE MAHKEMESİ : ADANA 4. TÜKETİCİ MAHKEMESİ 

TARİHİ : 9/1/2019 

NUMARASI : 2016/698-2019/11 Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, dosyanın yeniden karar verilmesi için ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; kararı temyiz eden davalı tarafın bu isteminin reddine dair verilen ek kararın, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: 


Y A R G I T A Y K A R A R I Davacılar; davalı müteahhitten villa satın aldıklarını, satış sırasında vaziyet planında ve yönetim planında villanın bulunduğu siteye ait olarak gösterilen yolların gerçekte belediye ve 3. kişiye ait taşınmazlar içerisinde kaldığının anlaşıldığını, davalı tarafından hazırlanan ve satış sırasında gösterilen kataloğ ve proje maketinin gerçeğe uygun olmadığını, delil tespiti sonucunda alınan rapor ile 3. kişiye ait taşınmazda kalan yol nedeniyle uğradıkları zararın 120.000TL olarak tespit edildiğini, bu nedenle bedelden indirim yapılması istedikleriini davalıya ihtarname ile bildirdiklerini, akabinde uğramış oldukları zararın tazmini için icra takibi başlattıklarını ancak davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek; takibe vaki itirazın iptalini, takibin devamını ve davalının icra inkar tazminatına mahkum edilmesini talep etmişlerdir. Davalı; dava konusu taşınmazın 30/5/2014 tarihinde davacılara satılmış olması nedeniyle davanın zamanaşımına uğradığını, imar yolunun site yönetimi tarafından kapatıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince; davacıların tapu devri esnasında resmi senet üzerindeki şerh, beyan ve irtifak hakları bölümünde beyan olarak bahsi geçen yönetim planında düzenlenen yol durumunu araştırıp öğrenme imkanlarının olduğu, harici satışın yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca yapılan değerlendirmeye göre davaya konu edilen villaya ilişkin yol durumunun açık ayıp niteliğinde olduğu, aynı Kanun uyarınca ayıp ihbarını yasal süresi içerisinde yapmayan davacıların bedelde indirim hakkını talep edemeyecekleri gerekçesiyle; davanın reddine karar verilmiş; karara karşı, davacılar vekili istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge adliye mahkemesince; dava konusu yolun sitenin sınırları içerisinde olduğu izleniminin uyandırıldığı, bu durumun alıcıların satın alma kararını etkilediği gibi taşınmazın değerinin azalmasına neden olduğu, bu hâli ile somut durumun eksik ifa teşkil ettiği, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu kendi içerisinde çelişkili olduğu gibi yapılan hesabın gerekçesiz ve hatalı bulunduğu, ayrıca işbu raporun aynı mahiyette olan Adana 3. Tüketici Mahkemesinin 2016/629 E. sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporu ile çelişki oluşturduğu, mahkemece somut olayda eksik ifa kabul edilmek suretiyle yeniden oluşturulacak uzman bilirkişi kurulundan davacıların iddialarını karşılar mahiyette rapor alınarak karar verilmesi gerektiğinden bahisle, davacı tarafın istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1- a-6 maddesi gereğince kaldırılmasına, deliller tam olarak toplandıktan sonra yeni bir karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine, HMK’nın 353/1-a maddesi uyarınca kesin olarak karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiş; bölge adliye mahkemesince 23/9/2021 tarihli ek karar ile kesin olan karara ilişkin temyiz başvurusunun usulden reddine karar verilmiş; ek karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1- Davalı tarafın ek karara yönelik temyiz itirazının incelenmesinde; İstinaf, bir işe yeniden başlamak, yeniden ele almak anlamına gelir. İstinaf ile ilgili monografilerin karşılaştırmalı hukuka ilişkin bölümlerinde “geniş (tam) istinaf sistemi” “dar istinaf sistemi” ayrımına yer verilmektedir. Geniş istinaf sistemi davanın istinaf merciinde adeta yeniden görülmesi ve yeniden hükme bağlanması esasına dayanmaktadır. Dar istinaf sistemi ise ilk derece mahkemesinde hükme bağlanmış olan davanın yeniden görülmesinden ziyade o davada verilen hükmün denetlenmesi esasını benimsemektedir. Buna göre geniş istinafta ikinci derece mahkemesi önüne yeni vakıa ve deliller getirtilmesi konusunda bir sınırlama bulunmamakta, istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen hususlarla sınırlanmamakta, istinaf yoluna başvurmanın hükmün icrasını erteleyici etkisine getirtilen istisnalar sınırlı tutulmaktadır. Buna karşılık dar istinafta kanun yolu incelemesinin kural olarak istinaf dilekçesinde gösterilen sebeplerle sınırlı tutulduğu görülmekte, ikinci derece mahkemesinde yapılabilecek taraf işlemleri sınırlamalara tabi kılınmakta, yeni vakıa ve deliller ileri sürülmesi istisnai hâllerle sınırlı tutulmakta, istinaf incelemesi sırasında hükmün teminat karşılığında icrasına imkan veren hükümler bulunmaktadır. Böylece geniş istinaf sistemi doğru karar verilmesi amacına öncelik verirken dar istinafın usul ekonomisini daha fazla gözettiğini söylemek mümkündür. Hukuk Muhakemeleri Kanunumuz dar istinaf sistemini benimsemiştir. Gerçekten istinaf incelemesinin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı tutulması, bölge adliye mahkemesinde yapılan istinaf incelemesinde kural olarak resen göz önünde tutulacak olanlar dışında ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen savunmaların dinlenmemesi ve yeni delillere dayanılamaması ve bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp dosyayı bu mahkemeye geri göndermek konusunda geniş bir yetkiye sahip olması dar istinaf sistemine ait özelliklerdir (Budak, A.C; İlamat Torbası İstinaf Mahkemesi Karar İncelemeleri, Ekim 2020, s. 25-26). İstinaf, aslında dar da olsa ikinci derecede yapılan bir yargılamadır. İstinaf yargılamasında duruşma yapılmadan karar verilebilen haller sınırlıdır. Diğer bir ifadeyle duruşmasız inceleme yapılabilecek haller dışında kural, istinaf incelemesinin duruşmalı yapılmasıdır. İstinaf sistemi kavram olarak açıklandıktan sonra, istinaf incelemesinin duruşmasız yapılmasına ilişkin yasal düzenlemenin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 353 üncü maddesinin ilk hâlinde; “(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa; a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir: 1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması. 2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması. 3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması veyahut mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması. 4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması. 5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, merci tayinine karar verilmiş olması. 6) Mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması. b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak; 1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine, 2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, 3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir…” hükmü yer almakta iken; 7035 ve 7251 sayılı Kanunlar ile yapılan değişiklikler sonucu 353 üncü madde; “…(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa; a)Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir: 1) Davaya bakması yasak olan hakimin karar vermiş olması. 2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hakimin davaya bakmış olması. 3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması. 4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması. 5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar verilmiş olması. 6) Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması. b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak; 1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine, 2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, 3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra başvurunun esastan reddine veya yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir…” şeklinde düzenlenmiştir. HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde altı alt bent hâlinde sayılmış olan usule ilişkin hukuka aykırılık durumlarında, bölge adliye mahkemesi esas hakkında inceleme ve duruşma yapmadan (dosya üzerinden), ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir. Davanın esası hakkında istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesi ise, aynı maddenin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca duruşma yapmadan istinaf başvurusunun esastan reddine, ilk derece mahkemesi kararını düzelterek veya yargılamadaki eksiklikleri tamamlayarak yeniden esas hakkında karar tesis edebileceği gibi bu maddede belirtilen haller dışında, aynı Kanun’un 356 ncı maddesi uyarınca incelemeyi duruşmalı olarak yapmak suretiyle istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları verebilir. "...İstinaf mahkemesince, HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen durumlarda, usule ilişkin hukuka aykırılık tespit edildikten sonra, sadece ilk derece mahkemesine ait kararın kaldırılmasına ve dosyanın mahalline (ya da uygun görülen ilk derece mahkemesine) geri gönderilmesine karar verilmekle yetinilir. Bunun dışında bir müdahale söz konusu değildir. Bölge adliye mahkemesi böyle bir durumda kararı esas yönünden inceleyemez. Bu kararlara neden olan usule ilişkin hukuka aykırılıkların, istinaf aşamasında telafi edilemeyeceği düşünülmüş olduğundan, ilk derece mahkemesine ait kararın tümüyle kaldırılması ve (dosyanın gönderileceği ilk derecede) yeniden bir yargılama yapılması öngörülmüştür...” (Kurtoğlu, T; Özel Hukukta İstinaf Denetimi ve Yargılaması, Ankara 2017, s. 188)." “...İstinafta da ilk derecedeki gibi kural, duruşma yapmak olmakla birlikte, istinafın özelliği ve işin niteliği gereği duruşmasız inceleme yapılacak haller ilk dereceden daha geniş tutulmuştur. Ancak, duruşmasız inceleme yapılacak hallere bakıldığında, çoğunluğu şeklî şeyler olup ya dosya üzerinden hemen karar verilebilecek usûlî hususlar (m. 353/1-a) veya dosya üzerinden değerlendirme yapılabilecek ya da dosya üzerinden eksiklik giderilerek karar verilebilecek esasa ilişkin hususlardır (m. 353/1-b).(...)İstinaf, yeniden ele almak, hukuka aykırı bulunan ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak ve yeniden yargılama yapılarak bir karar verilmesini gerektirmektedir. İstinaf mahkemelerinin asıl görevi bu olmakla birlikte, kanun koyucu sınırlı biçimde ve istisnaî olarak saydığı hallerde, kararın kaldırılmasından sonra dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine izin vermiştir. (...)Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. maddesinin birinci fıkrasına göre, kararın kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi, istinaf mahkemelerinin dar anlamda mahkemeler olmasıyla ilgilendirilemez. Dar istinaf ya da sınırlı istinaf, istinaf mahkemesini ilk derece mahkemesinin tespitleri ile bağlı tutulmakta ve kararını ilk derece mahkemesince toplanan dava malzemesine dayandırmaktadır. Başka bir ifade ile istinaf yargılamasında yeni vakıalara dayanmak mümkün değildir. (...)İstinaf mahkemesinin verilen kararı sadece kaldırıp yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine göndermesi biçiminde bir istinaf modeli kabul edilmemiştir...” (Pekcanıtez/Atalay/Özekes; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair 7251 Sayılı Kanun Hakkında Değerlendirme, TBB Dergisi, S.150, 2020, s. 285-288).-- Bu nedenle, HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde altı alt bent hâlinde sayılan hâllerde bölge adliye mahkemesinin verdiği esası incelemeden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ve dosyanın ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesi kararları kesin olduğundan temyiz edilemez. Öte yandan 7251 sayılı Kanun ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362 nci maddesine eklenen (g) bendine göre; “353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararlar” hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı açıkça hüküm altına alınmış olup, hükmün gerekçesinde de; 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına giren durumlarda bölge adliye mahkemesinin duruşma yapmadan kesin olarak karar vereceği, fıkraya eklenen yeni (g) bendiyle, 353 üncü madde hükmü ile uyum sağlanarak Kanunun bütünlüğünün korunması amaçlandığı ifade edilerek 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararların kesin nitelikte olduğu vurgulanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bölge adliye mahkemesinin bu maddeye dayanarak vereceği kaldırma kararının, “esası incelemeden” ve /veya "kanunda belirtilen usule ilişkin hukuka aykırılık durumlarına ilişkin olarak verilmesi" gerektiğidir. Öyle ki bölge adliye mahkemesince kanun hükmüne aykırı olarak uyuşmazlığın esası hakkında değerlendirmeler yapılarak, işin esası incelenip kararın kaldırılması ve ilk derece mahkemesine gönderilmesi durumunda taraflar lehine usuli kazanılmış hak doğup doğmadığı sorunu da gündeme gelecektir. Bölge adliye mahkemesinin, davanın esası hakkında istinaf incelemesi yapmış olmasına rağmen HMK’nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermesi durumunda, bu kararın kesin olduğundan bahsedilemez. Zira, davanın esası hakkında duruşma açılmadan istinaf incelemesi yapılması halinde bölge adliye mahkemesince, HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, incelenen mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine veya ilk derece mahkemesi kararını düzeltilerek veya yargılamadaki eksiklikler tamamlanarak yeniden esas hakkında karar verilmelidir. Bundan ayrı, bölge adliye mahkemesinin HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde altı alt bent hâlinde sayılmış olan usule ilişkin hukuka aykırılık halleri ile bir ilgisi olmamasına rağmen, bu madde uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilgili ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi halinde de, kararın kesin olduğu söylenemeyecektir. Çünkü, kanun koyucu sınırlı biçimde ve istisnaî olarak saydığı hallerde, kararın kaldırılmasından sonra dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine izin vermiş olup, bu hususu 7251 sayılı Kanun ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362 nci maddesine eklenen (g) bendinin gerekçesinde de yeniden belirtmek suretiyle vurgulamıştır. Aksinin kabulü halinde, karara etki eden yargılama eksikliğinin bulunduğu durumlarda hukuk yargılamasında sadece Yargıtaya tanınan eksik inceleme ve değerlendirmeye dayalı bozma yetkisine eşdeğer bir yetkinin bölge adliye mahkemesine tanındığı sonucuna varılacaktır ki herhalde bu sonuca katılmak mümkün değildir. Doktrinde de HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan hükmün lafzına bağlı kalınarak yorumlanması halinde, bu kararların Yargıtayın temyiz denetimi kapsamında incelenmesinin mümkün olmayacağı ve bu durumun da yargılamanın amacına ve yargılamaya hakim ilkelere aykırılık oluşturacağı görüşüne yer verilmiştir (Boztaş, N; İlk Derece Mahkemesi Kararlarının Eksik Tahkikat veya Gerekçesizlik Nedeniyle İstinaf Mahkemesince Kaldırılması Meselesi, MİHDER, C. 13, S. 37, 2017/2, s. 442 vd.; Akil, C; Bir İstinaf Sebebi Olarak HMK m.353/1-a-6 Üzerine Değerlendirme, TAAD, Yıl:11, S. 38, 2019, s.13-14). Doktrinde ayrıca; Yargıtayın böyle bir denetim yapmasının mümkün olmadığının kabulünün, bölge adliye mahkemesinin HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile ilgisi olmayan bir karar vermesi durumunda bu kararın denetlenmesinin mümkün olmamasına yol açacağı belirtilmiştir (Karaaslan, V; Kanun Yolları Sistemine Eleştirel Bir Bakış, MİHDER, C. 15, S. 43, s. 454). Yukarıda yapılan açıklamalar ve yer verilen yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tüketiciler tarafından satın alınan taşınmazın yolunun bulunmaması nedeniyle uğranılan zararın tahsili için satıcı aleyhine başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemiyle açılan davanın görüldüğü ilk derece mahkemesince, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri (ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek) delillerin tamamı toplanıp değerlendirildikten sonra, davacıların isteminin açık ayıba ilişkin olduğu ancak açık ayıp hakkında davacıların yasal süresi içinde satıcıya ihbarda bulunmaması nedeniyle 4077 sayılı Kanun’dan doğan bedelde indirim hakkını kullanamayacakları gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, karara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesince toplanan deliller incelenip değerlendirildikten sonra, dava konusu yolun sitenin sınırları içerisinde olduğu izlenimi uyandırılmasının alıcının satın alma kararını etkilediği, ayrıca taşınmazın değerinin azalmasına neden olduğu, bu durumun eksik ifa niteliğinde olduğu tespit edilmiş, ayrıca benzer nitelikteki olup daha önceden kararının kaldırılmasına karar verilen başka bir dava dosyasında alınan bilirkişi raporu ile istinafa konu davada alınan bilirkişi raporunun çelişkili olduğu gerekçesiyle, HMK'nın 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (6) numaralı alt bendi uyarınca yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulundan rapor alınarak karar verilmesi gerektiğinden bahisle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Diğer bir anlatımla; davada toplanan delilleri maddi vakıa ve hukuki denetim yapmak suretiyle değerlendiren bölge adliye mahkemesince, ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılamada hukukun ve delillerin yanlış uygulandığı yönünde belirleme yapılmış olmasına rağmen, olayda uygulama yeri bulunmayan HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (6) numaralı alt bendi gereğince, usul ekonomisi ilkesine de aykırı olacak şekilde dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bu halde söz konusu kararın, HMK'nın 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendindeki açık hüküm ve (bu hüküm ile uyum sağlanması ve kanunun bütünlüğünün korunması amacıyla) aynı Kanun’un 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendindeki hüküm birlikte değerlendirildiğinde kesin nitelikte olmadığı anlaşılmakla; bölge adliye mahkemesinin davalı tarafın temyiz dilekçesinin reddine ilişkin 23/9/2021 tarihli ek kararının kaldırılmasına, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine karar verilmiştir. 2) Davalı tarafın esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Yukarıda (1) numaralı bentte açıklandığı üzere bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılamada hukukun ve delillerin yanlış uygulandığı düşünülmesine rağmen, HMK’nın anılan hükümleri çerçevesinde duruşma açılıp gerekirse yeniden bilirkişi raporu alınarak yanlış uygulandığı tespit edilen hususlar giderildikten sonra sonucuna göre yeni bir karar verilmesi gerekirken; ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın yeniden karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş olması, usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. 3) Bozma nedenine göre, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir. 


SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle bölge adliye mahkemesinin temyiz dilekçesinin reddine ilişkin ek kararının kaldırılmasına, ikinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nın 371 inci maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, üçüncü bentte açıklanan nedenlerle davalı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 29/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN ARALANMASI HUSUSUNDA ÖNEMLİ BİR YARGITAY KARARI :


T.C YARGITAY

19.Hukuk Dairesi

Esas: 2014/ 7187

Karar: 2015 / 4144

Karar Tarihi: 24.03.2015                                                                                                                                                                        


Görüldüğü gibi her iki bilirkişi raporunda da davalı şirketlerin aralarındaki organik bağ, yönetsel özdeşlik, dışa karşı yaratılan algı nedeniyle tek bir ekonomik ünite olarak değerlendirilmesi gerektiği konusunda birlik mevcuttur. 


Maddi vakaların tespiti yönünden birbirini doğrulayan bilirkişi raporlarında yer alan veriler birlikte değerlendirildiğinde, somut olayda davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, TMK.nun 2.maddesinde öngörüldüğü gibi yasaca korunamayacağı ve olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisini uygulama koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle davalı ...nin, davacıya olan borcundan dolayı diğer davalı ... ...nin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulü gerekirken, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtay’ın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılması mümkün hale getirilmiştir.


Sonradan aynı hususta bir kanun çıkarılmış olmasının usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğu, usule ilişkin kanun değişikliğinin geçmişe etkili olarak uygulanması gerektiği, mahkemece verilen nihai karardan sonra değişiklik yapılmış olsa dahi, bu değişikliğin uygulanmasında zorunluluk bulunduğu Yargıtay kararlarıyla açıklanmıştır (Yargıtay HGK 20.02.2008 gün, 2008/13-160 E., 2008/147 K.). Açıklanan tüm bu nedenlerle mahkemece ıslahla arttırılan talebin de değerlendirilerek, sonucuna uygun karar verilmesi gerekmekle, hükmün bu yönden bozulması gerekmiştir. (Y.15. HD. 21.01.2021 T. E: 2020/1323, K: 124)

Tasarrufun iptali davalarında usul (üst soy) yönünden yaşanan önemli bir değişiklik

 BİLGİ NOTU : 12.04.2022 tarihinde  RG NO: 31807 no'lu Resmi Gazetede yayınlanan ANY. MAH. 26.01.2022 T. 2021/9 E. 2022/4 K. Sayılı kararı ile 12.01.2023 tarihinden sonra geçerli olmak üzere İİK m. 279'da geçen "usul" ibaresi anayasaya aykırı bulunarak ilgili kelime iptal edilmiş ve kanundan çıkarılmıştır. Bunun sonucunda tasarrufun iptali davalarında 12.01.2023 tarihinden sonra geçerli olmak üzere artık anne baba ve büyükanne büyük babalara yani usule yapılan tasarruflar doğrudan bağışlama kabul edilmeyecek,  bu tasarrufun ivazsız olup olmadığı yönünde genel hükümlere göre değerlendirme yapılacaktır.

“kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin davalar” yönünden artık istinaf sınırı aranmayacağına daire bilgi notu

 BİLGİ NOTU  : Anayasa Mahkemesi’nin 15.04.2022 tarih 31810 nolu Resmi Gazete’de yayımlanan 24.02.2022 T. 2021/34 E. 2022/21 K. sayılı içtihadı ile; istinaf edilebilen kararları düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin davalar” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir. Başka bir deyişle  “kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin davalar” yönünden artık istinaf sınırı aranmayacaktır.

Yargıtay'ca karşılıksız çekten ceza almayı fiilen bitirecek hatalı karar. Çek keşidecisi bankaya imza benim değil talimatı verip de banka karşılıksız kaşesi vurmazsa şikayet hakkı düşürülecektir.

                                              YARGITAY 19. Ceza Dairesi

Esas Yıl/No: 2019/35817

Karar Yıl/No: 2020/415

Karar tarihi: 27.01.2020

Çekin süresinde yetkili hamil tarafından muhatap bankaya ibrazında, şayet yeterli karşılığı bulunmamasına rağmen, banka tarafından ileri sürülen değişik gerekçelerle "karşılıksızdır" işlemi yapılmamışsa, çek hesabında yeterli karşılığı bulundurmakla yükümlü gerçek kişinin "karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet verme" suçundan dolayı cezalandırılmasının mümkün olmadığına karar verilmiştir.

MİRASTAN DOĞAN DAVALARDA YETKİ HUSUSUNDA BİR ÇALIŞMA

 

MİRASTAN DOĞAN DAVALARDA YETKİ HUSUSUNDA BİR ÇALIŞMA

 

-          on kişi üzerinde bile olsa, yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde (Allah’ın huzuruna) elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur!

                                                                                                                      Hz. Muhammed (s.a.v)

 

Mirastan doğan davalarda yetki

 

MADDE 11- (1) Aşağıdaki davalarda, ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir:

 

a) Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar.

 

b) Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar.

 

(2) Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası, terekenin yazımı ve tespiti zamanında mal nerede bulunuyorsa, orada da açılabilir.

 

(3) Mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkilidir.

 

 

a.) Maddenin genel analizi :

   

   Madde, miras hukukuna ilişkin detaylı yetki kurallarını düzenlemiştir. 

 

    Madde metni incelendiğinde bazı davalar açısından kesin yetki düzenlenmiştir. Bu davalar şunlardır :

 

i.) Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine ilişkin davalar

ii.) ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine ilişkin davalar

iii.) miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar

iv.) mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar.

v.) Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar.

 

    Bazı davalar açısından ise kesin olmayan yetki kuralları ile seçimlik bazı yetkili mahkemeler düzenlenmiştir. Bu davalar :

 

i.) Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası terekenin yazımı ve tespiti zamanında mal nerede bulunuyorsa, orada da açılabilir.

 

ii.) Mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkilidir.

 

    Miras hukukundan kaynaklanan davalarda bir kısım davaların kesin yetkiye bağlanması usul ekonomisi gereğince ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesinin daha kolay yargılama yapabileceği ve miras malları nerede bulunursa bulunsun, miras işlerinin tek elden, yani aynı mahkeme tarafından yürütülmesinin uygun olacağı düşüncesine  dayanmaktadır. 

 

   Madde kesin yetki gereken mirastan kaynaklanan davaları açıkça ve tek tek saymıştır. Bu davalar kapsamına girmeyen hiçbir dava miras kaynaklı olsa bile HMK m.11'in kapsamına girmeyecektir. Mesela terekenin borca batıklığının tespitine ilişkin davalar miras hukuku kökenli olsa da yasada açıkça sayılmadığından kesin yetkili "ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi"nde değil durumuna göre uygun genel yetkili mahkemelerde açılması gerekir.Bu hususta Yargıtay'da "İstek, «terekenin borca batık olduğunun tesbitine» ilişkindir  Kanunda bu dava bakımından özel yetki tayin olunmamıştır. Dava, az önce açıklanan ..... usul yasasında sayılan davalardan bulunmadığına nazaran, usul yasasındaki genel yetki kuralının uygulanması gerekir. Buna göre terekenin borca batık olduğunun tesbiti hakkındaki davada yetkili mahkeme, davalının yani tereke alacaklısının davanın açıldığı zamandaki ikametgahı mahkemesidir." (Y. 2.HD. 06.07.1973 T. E: 4596, K: 4438)

 

b.) Terekenin kesin paylaşımına kadar açılacak tüm davalar mirasçılara karşı açılacaksa kesin yetkilidir. Mirasçıların bireysel sorumluluğuna ilişkin açılacak davalarda kesin yetki hali sözkonusu değildir :  Madde metni incelendiğinde "terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar" kesin yetkiye bağlanmışsa da önemle belirtmek gerekir ki, bu durum, mirasçıların iştirak halinde mülkiyet kuralları gereğince birlikte hareket etmek zorunda oldukları haller için geçerli olacaktır. Buna karşılık, mirasçıların, müteselsilen sorumlu oldukları bir borç söz konusu ise bu takdirde, mirasçılardan birinin bulunduğu yer mahkemesinde de dava açılabilecektir. 

    Madde metninde açıkça "terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar" ibaresi geçtiğinden tereke kesin paylaşıldıktan sonra açılacak davalar da kesin yetki kapsamına girmeyecektir.

    Bilindiği gibi, terekenin tüzel kişiliği bulunmamaktadır. O nedenle de, davada taraf ehliyeti yoktur. Buna bağlı olarak tereke aleyhine dava açılamaz. Bu halde de, davanın yine mirasçılara karşı açılması gerekmektedir. Bu yüzden de madde metninde “tereke aleyhine ikâme olunan davalar” ifadesi, 6100 sayılı HMK'da “mirasçılara karşı açılacak tüm davalar” şeklinde değiştirilmiş olup hukuk dili açısından yerinde bir düzenlemedir. 

 

c.) "Miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar"a ilişkin 6100 sayılı HMK m.11'deki kesin yetkiye ilişkin düzenlemelerin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 576'daki düzenlemeler karşısında uygulanması sorunu:  "Miras sebebiyle istihkak davası", 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.637/1'de "Yasal veya atanmış mirasçı, terekeyi veya bazı tereke mallarını elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktaki üstün hakkını ileri sürerek miras sebebiyle istihkak davası açabilir." şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere "miras sebebiyle istihkak davası", sadece yasal veya atanmış mirasçı tarafından terekeyi veya bazı tereke mallarını elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktaki üstün hakkını ileri sürerek açılan bir mülkiyet davasıdır. Bu dava tipi sadece miras hukukuna özgü özel bir dava olup, genel istihkak davasından daha dar kapsamlı bir dava tipidir. 

    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 576. maddesine göre "miras sebebiyle istihkak davası", mirasbırakanın yerleşim yeri mahkemesinde görüleceği "GÖRÜLÜR" gibi kesin bir ifadeyle belirtilmişse de kesin yetkili olduğu belirtilmemiştir. Bu nedenle "miras sebebiyle istihkak davası"nın özel düzenlemesi gereğince 6100 sayılı HMK m.11 kapsamına girmeyeceği hususu tartışmalıdır. 

   Yargıtay, örnek olarak paylaştığımız pek çok kararında bu hükmün kesin yetkili olduğu kanaatindedir. "miras sebebiyle istihkak davalarında  da yetkili mahkeme; miras bırakanın yerleşim yeri mahkemesidir. (TMK. m.576) Bu yetki, kamu düzeniyle ilgili olup kesindir. Yargılamanın her aşamasında mahkemelerce kendiliğinden (re'sen) gözetilmek zorundadır." (Y.2.HD. 21.06.2010 T. E: 7533, K: 12218) (aynı yönde Y. 2. HD. 18.5.1976 T. E:3944, K:4262 (YKD. 1977/10, s:1369))

   "Türk Medeni Kanunu'nun 576/2. maddesi uyarınca miras bırakanın tasarruflarının iptali veya tenkisi mirasın paylaşılması ve miras sebebiyle istihkak davalarında miras bırakanın yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Bu yetki kesin yetki olup, yargılamanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözönüne alınır. Muris Emine Isparta nüfusuna kayıtlıdır. Nüfus Kanununun 4. maddesine göre nüfus kaydı yerleşim yerine karinedir. Taşınmazlar Isparta’dadır. Gerçekleşen bu durum karşısında miras bırakanın yerleşim yeri Isparta’dadır. İşin esasının incelenmesi ve soncuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle yetkisizlik karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (Y. 2. HD. 07.06.2004 T. E: 6405, K: 7351")

    

   Ancak ilgili Yargıtay kararları döneminde 6100 sayılı HMK m.11'deki açık düzenlemeler yürürlükte olmadığından halen bu düzenlemenin kesin yetkili sayılarak daha sonra çıkarılan 6100 sayılı HMK m.11'in uygulanmayacağını söylemenin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Hatta bu hususta dava konusu bir taşınmazsa da taşınmaza ilişkin yetki kuralları değil, bu hüküm uygulanacaktır.  

 

   d.) "Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası" ile "Miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar" karşılaştırması ve iki ayrı dava türüne ilişkin istihkak iddialarında yetkili mahkemenin belirlenmesi sorunu :  Madde metni incelendiğinde "Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası" terekenin yazımı ve tespiti zamanında mal nerede bulunuyorsa, orada da açılabilecekken, "miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar"ın ise sadece ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesinde açılacağı ve bu mahkemelerin kesin yetkili olduğu hükme bağlanmıştır. Görünüş itibariyle birbiriyle çelişir gibi duran bu iki düzenlemeyi açıklamakta fayda görüyoruz.

    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde mülkiyetin kapsamı "Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir." (m.683/1) şeklinde tanımlandıktan sonra "Malikin, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği" (m.683/2) belirtilmiştir. Madde ile istihkak davası, bir mal üzerinde hak sahipliği iddia ederek malik olduğunu iddia eden kişilerin açacağı dava olarak genel bir dava olarak düzenlenmiştir. Genel anlamıyla bu nitelikteki davalara örneğin haczedilen malın borçluya ait olmadığının ileri sürüldüğü hacizde istihkak davaları en güzel örnektir.

    Ancak "miras sebebiyle istihkak davası" ise, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.637/1'de "Yasal veya atanmış mirasçı, terekeyi veya bazı tereke mallarını elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktaki üstün hakkını ileri sürerek miras sebebiyle istihkak davası açabilir." şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere "miras sebebiyle istihkak davası", sadece yasal veya atanmış mirasçı tarafından terekeyi veya bazı tereke mallarını elinde bulunduran kimseye karşı mirasçılıktaki üstün hakkını ileri sürerek açılan bir mülkiyet davasıdır. Bu dava tipi sadece miras hukukuna özgü özel bir dava olup, genel istihkak davasından daha dar kapsamlı bir dava tipidir. 

    Doktrinde genel istihkak davalarının miras sebebiyle istihkak davaları kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, madde metninin hatalı mı düzenlendiği hususu tartışılmıştır. Ancak benim de katıldığım hakim görüşe göre her iki davanın farklı niteliği nedeniyle düzenlemede bir çelişki bulunmamakta, her dava kendine ait dava tipine göre yetkili mahkemede görülecektir.

 

   e.) "Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar" ibaresinden ne anlaşılması gerektiği sorunu :  Bu düzenleme, 6100 sayılı HMK  öncesindeki 1086 sayılı HUMK döneminde "terekenin taksimi katîsine kadar (kesin taksimine) tereke aleyhine ikâme olunan (açılan) dâvalar" şeklinde düzenlenmişti Ancak madde gerekçesinde de açıkça belirtildiği üzere terekenin herhangi bir tüzel kişiliği bulunmadığından bu ifade, “terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar” şeklinde değiştirilmiştir. Çünkü terekenin tüzel kişiliği bulunmadığından açılacak davalarda taraf ehliyeti yoktur. Buna bağlı olarak tereke aleyhine dava açılamaz. Bu halde de, davanın yine mirasçılara karşı açılması gereklidir. O nedenle, “tereke aleyhine ikâme olunan davalar” ifadesinin, “mirasçılara karşı açılacak tüm davalar” şeklinde değiştirilmesi uygun görülmüştür. Ancak maddenin uygulama alanı bulması, başka bir deyişle kesin yetkili mahkemeden bahsedebilmek için madde metninde açıkça "mirasçı" ya da "mirasçılardan biri", "herhangi bir mirasçı değil", "mirasçılar"dan bahsedildiği için mirasçıların iştirak halinde mülkiyet (Birden fazla kimsenin bir taşınmaz üzerindeki payları gösterilmeksizin sahipliğine iştirak halinde mülkiyet ya da elbirliği mülkiyeti adı verilir. Müşterek mülkiyetten farklı olarak iştirak halindeki mülkiyette maliklerin pay oranları belirli değildir. Bu nedenle her bir malik malın tamamı üzerinde hak sahibidir.) kuralları gereğince "birlikte hareket etmek zorunda oldukları haller" için geçerli olacaktır. Yani özetle, tereke işleriyle ilgili olarak zorunlu dava arkadaşlığının gerekli olduğu hallerde, bütün mirasçıların ve terekeye temsilci atanmış ise onun hasım gösterilmesiyle açılacak davalarda bu kesin yetki kuralı uygulanacaktır. (Prof. Dr. Bilge UMAR- Hukuk Muhakemeleri Kanunu şerhi Yetkin Yayınları 2011 basım syf.46) Buna karşılık, mirasçıların, müteselsilen sorumlu oldukları bir borç söz konusu ise, yani açılacak davanın tüm mirasçılara beraberce açılmasının zorunlu olmadığı, ayrı ayrı yahut bir kaç mirasçıya açılabildiği hallerde, mirasçılardan birinin bulunduğu yer mahkemesinde de dava açılabilecektir.  

     İİK m.94'de taksim edilmemiş bir miras malın haczedilmesi hususu düzenlenmiştir. Bu halde icra dairesi, ikametgâhları bilinen ilgili üçüncü şahıslara durumu ihbar eder. Bu miras malı, borçlunun belli bir gayrimenkuldeki tasfiye sonundaki hissesi haczedilmiş olursa, icra müdürü haciz şerhinin gayrimenkulün kaydına işlenmesi için tapu sicil memurluğuna tebligat yapar. Reddedilmeyen miras gayrımenkule ve gemiye aitse ve özel sicile tescil ettirmediği mülkiyet veya diğer aynî hakların borçlu namına tescili alacaklı tarafından da istenebilir. İşte eğer mirastan doğan borçlarda tereke borcu için tüm mirasçılara dava açılmamışsa, alınan hüküm sadece dava açılan davalı ya da davalıların kişisel malvarlığı üzerinde hüküm ve sonuç doğurur. Başka bir deyişle terekeden kaynaklanan borçlar için tüm mirasçılara açılmayan davalardan kaynaklanan sorumluluk terekeye dahil malvarlığı için hüküm ve sonuç doğurmaz, alacaklı bu halde davalıların terekeye dahil mallarına başvuramaz, davalıların sadece kişisel malvarlıklarına başvurabilir. Ancak davasını tüm mirasçılara karşı açarsa bu halde yukarıda bahsettiğimiz İİK m.94 hükümlerine göre terekeden kaynaklanan mallar üzerinde haciz tesis edebilir. Ancak terekeden kaynaklanmayan bir borç yani mirasçılardan birinin şahsi bir borcu sözkonusu ise o halde elbette İİK m.94 gereğince alacaklı mirasçının henüz taksim edilmiş ya da edilmemiş tüm payları üzerinde (m.94/2)de haciz tesis edebilecektir.

 

f.)  Mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesinin de yetkili kılınması karşısında mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin taleplerde yetki sorunu : 6100 sayılı HMK m.11./3'de açıkça miras hukukundan kaynaklansa da mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkin davalar kesin yetkili yer mahkemesine dahil edilmeyip bu davalarda irasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkili kılınmıştır. Maddede mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkili kılınması sadece mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkin davalar için düzenlenmiş, ancak mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkin davalar açısından bir düzenleme getirilmemiştir. Uygulama ve öğreti ile Yargıtay kararlarında ise mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkin davalarla paralel nitelik arz ettiğinden mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkin davalar açısından da mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkili olduğu yönünde bir içtihat birliği vardır. Yargıtay da, "Dava, yetki belgesine dayalı mirasçılık belgesi verilmesine ilişkindir. Mahkemece yetkisizlik kararı verilmişse de varılan sonuç davanın niteliğine uygun düşmemiştir. HMK m.11/son'da mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkili olduğu açıklanmıştır. Öğretide ve uygulamada bu hukuksal olgunun sonucu olarak mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davaların her yerde açılabileceği kabul edilmektedir. Bu nedenle yetkisizlik kararının bozulmasına karar verilmiştir." (Y.6. HD 23.01.2013 tarih 2012/6411 E. 2013/352 K.) (aynı yönde Y.7. HD 17.05.2012 tarih 2012/1122 E. 2012/3562 K.)(aynı yönde Y.7. HD 13.06.2012 tarih 2012/1395 E. 2012/4541 K.)

 

TAŞINMAZIN AYNINDAN DOĞAN DAVALARDA YETKİ HUSUSU ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

 

TAŞINMAZIN AYNINDAN DOĞAN DAVALARDA YETKİ HUSUSU ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

 

 

"acizler için imkansız, korkaklar için müthiş gözüken şeyler kahramanlar için idealdir."

                                                                                                                     Mustafa Kemal Atatürk

 

 

 

Taşınmazın aynından doğan davalarda yetki

 

MADDE 12 – (1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.

 

    (2) İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır.

 

   (3) Bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da açılabilir. 

 

 

a.) Maddenin genel analizi :

 

Madde ile ;

 

* taşınmazın aynından kaynaklanan davalar 

* ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açan davalar

* taşınmazın zilyetliğine ilişkin davalar

* taşınmazı alıkoyma hakkına ilişkin davalar 

* irtifak hakkına ilişkin davalar 

 

     hakkında kesin yetki kurallarını düzenlemiştir. Burada davaya konu olan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili olarak belirlenmiştir.

 

    Madde metninde taşınmaza ilişkin kesin yetki içeren davalar tahdidi olarak sayılmıştır. Yani konusu taşınmaz olan her davada değil, madde metninde geçen özel davalarda kesin yetki kuralı uygulanacaktır. Bu yetki kuralı kesin ve kamu düzeniyle ilgili olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen (kendiliğinden) gözetilmesi gerekir. (Y.23. HD. 13.03.2012 T. E: 2011/2757, K: 1918) 

    Ayni hakka ilişkin taşınmaz mal davalarına bakılmaktayken tahkikatın henüz tamamlanmadan taşınmaz malın bulunduğu yerde, mahkeme teşkilatı kurulur veya o yer bir yargı alanı çevresine alınırsa kamu düzeniyle ilgili bu durum karşısında mahkeme doğrudan doğruya (re'sen) tarafların yetki itirazında bulunmalarını beklemeden yetkisizliğine karar vererek dava dosyasını taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesine gönderir. (Y.HGK 24.11.1965 t. 1965/6-1030-437 sayılı karar)

      Madde metninde geçen "taşınmazın bulunduğu yer" mahkemesi tabirinden taşınmazın fiilen bulunduğu yer değil, "taşınmazın bulunduğu mülki sınırın bağlı olduğu yer mahkemesi" anlaşılmalıdır. Başka bir deyişle mahkemelerin yargı yetkisi, HMK'nın 12. maddesine göre idarî sınır esas alınarak belirlenir. Davaya taşınmazın idarî sınırları içerisinde bulunduğu ilçe veya il adlî yargı yerinde bakılması gerekir. (Y.20. HD. 24.02.2016 T. E: 5871, K: 2219)

     Eğer taşınmazın bulunduğu yer açıkça saptanamıyorsa bu hususta sınırlar kesin olarak belirlenmeli ve gerekirse mahallinde keşif yapılarak da mülki sınırlar tespit edilmelidir. Yani bu hususta bir duraksama var ise davaya konu taşınmazın hangi yer mülki sınırları içerisinde kaldığının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde saptanması yetki hususunun açıklığa kavuşturulması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekir. (Y.1. HD. 28.04.2015 T. E: 6163, K: 6308) Yargıtay, mülki sınırın mutlaka doğru tespit edilmesini, bu hususta tek bir delille yetinilmemesini özellikle aramaktadır. Bu hususta Yargıtay,"HMK’nun 12.maddesi gereğince, taşınmaz malın aynına ilişkin davalara taşınmazın idare sınırları içerisinde bulunduğu ilçe veya il adli yargı yerinde bakılması gerekeceği, bu kural kamu düzeni ile ilgili olup mahkemece re’sen gözetileceği- 3402 sayılı Kadastro Yasasının 4.maddesine göre belirlenmiş sınırın aynı madde uyarınca iki köy arasındaki idari sınır sayılamayacağı, sadece kadastro işlemlerinin yürütülmesine esas olacağı nedeniyle mahkemenin yargı yetkisi HMK’nun 12.maddesine göre idari sınıra göre belirleneceği-Dava konusu yayla (mera) hangi ilçenin idari sınırları içinde kalıyorsa o il veya ilçe mahkemesi yetkili olduğu, bu durumda; her iki il (ilçenin) sınırnameleri, varsa krokileri ve sınırları belirlemeye elverişli diğer belgeler idareden getirtilerek mahallinde yaşlı, tarafsız, yerel bilirkişi ve uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılarak dava konusu taşınmazın tamamının veya büyük kısmının hangi il, ilçe ve köyün idari sınırları içerisinde kaldığının kesin olarak saptandıktan sonra yetki konusunda karar vermek gerekir." (Y.14. HD. 27.2.2012 T. E: 2166, K: 2695)

 

    Madde ile getirilen önemli düzenlemelerden birisi de yasada tahdidi olarak sayılan taşınmazın aynına ilişkin davalar birden fazla taşınmaza ilişkinse bu taşınmazlardan herhangi birinde dava açılabileceği yönündedir. Usul ekonomisine gayet uygun bir düzenlemedir. Bu hususta Yargıtay'da "Davacı, dava konusu taşınmazların Erhan adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı müvekkil Naci adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep etmiştir.Toplanan deliller ve dosya kapsamından; davacı vekilinin dava dilekçesinde dava konusu taşınmazlar olarak İstanbul, Tuzla, Tepeören, 2 pafta, 1518 sayılı parsel, İstanbul, Tuzla, Orhanlı, 3 pafta 313 sayılı parsel, İstanbul, Pendik, Kurtköy, 1 pafta 1559 sayılı parsel, Kocaeli, Gebze, Sultanorhan Mahallesi, 75 ada 13 parsel, Kocaeli, Gebze, Akse Köyü, 19 pafta, 297 sayılı parsel, Çanakkale, Ezine, Alemşah Köyü, 992 sayılı parsel, Çanakkale, Ayvacık, Kösedere Köyü, 11 pafta, 1941 sayılı parsel, Çanakkale, Ayvacık, Tuzla Köyü, 61 sayılı parsel, Çankkale, Ayvacık, Adatepe Köyü, 1 pafta, 12 sayılı parsel olarak açıkladığı, Mahkemece davaya konu taşınmazlardan Çanakkale İli, Ezine İlçesi, Alemşah Köyü 992 parsel yönünden dosyanın tefrik edildiği ve yetkisizlik kararı verildiği anlaşılmıştır. Bilindiği üzere; taşınmazın aynından doğan davalarda yetki başlıklı 6100 sayılı HMK'nın 12. maddesinin 1. fıkrasında "Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir", 3. fıkrasında "bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkin ise, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da dava açılabilir" hükmüne yer verilmiştir. Dava konusu, taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan ve birden fazla taşınmaz ile birlikte açıldığı anlaşıldığından 6100 sayılı HMK'nun 12. maddesinin 3. fıkrasına göre taşınmazlardan birinin bulunduğu yer mahkemesi olarak yetkili olduğu gözetilmeksizin mahkemenin yetkisizliğine karar verilmesi doğru görülmemiştir." (Y. 8. HD. 30.10.2014 T. E: 2085, K: 19531) 

 

     Taşınmazın aynından kaynaklanan davalarda birden fazla taşınmaz var ancak sonradan taşınmazlardan biri hakkında yargılama aşamasında feragat edilmesi halinde bu feragat açılan davada mahkemenin yetkisini değiştirmeyecektir. Çünkü davalarda yetki, dava açıldığı andaki hale göre değerlendirilir. Bu hususta Yargıtay'da "Mahkemece, davanın Büyükçekmece Gürpınar Köyü 4598 parseldeki 3 adet bağımsız bölüm, Başakşehir, İkitelli Mahallesi 1297 Ada 6 parseldeki 23 nolu bağımsız bölüm ve Çanakkale Gelibolu ilçesi 8929 parseldeki kayıtlı bir adet bağımsız bölüm hakkında açıldığı, yargılama sırasında mahkemenin yetki sınırları dahilinde olan Başakşehir’de bulunan taşınmaz yönünden davadan kısmen feragat edildiği, HMK 12/1 maddesindeki kesin yetki kuralı dikkate alınarak davacıların tapu iptali ve tescil talepleri bulunmakla , dava konusu taşınmazların bulunduğu yer itibariyle mahkemenin yetkisiz olduğu gerekçesi ile dava dilekçesinin usul yönünden reddi ile mahkemenin yetkisizliğine karar verilmiştir. Bilindiği üzere, 6100 sayılı HMK'nın 12/1. maddesinde; “ taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir”, aynı Kanunun 12/3.maddesinde ise, “ bu davalar birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da dava açılabilir” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda çekişme konusu 1297 ada 6 parsel sayılı taşınmazdaki 23 nolu bağımsız bölüm Küçükçekmece yargı sınırları dahilinde yer almakta olup, eldeki davanın Hukuk Muhakemeleri Kanunu 12.maddesine uygun olarak açıldığı anlaşılmakla, sonradan taşınmazlardan biri hakkındaki feragatin mahkemenin yetkisini sonlandırmayacağı hususunda kuşku yoktur. Hal böyle olunca, işin esası incelenerek varılcak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru değildir." (Y. 1. HD. 03.10.2018 T. E: 2015/16890, K: 13105)

 

b.) Davanın taşınmazın aynından kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti sorunu : Madde metninde, kesin yetki hususunda davanın taşınmazdan kaynaklanan her dava için geçerli olmadığı sadece taşınmazın aynından kaynaklanan davalarda kesin yetkinin geçerli olduğu hükme bağlanmıştır. O halde öncelikle taşınmazın aynından kaynaklanan davalardan ne anlaşılması gerektiğinin tespiti önem arz etmektedir. 

    Taşınmazın aynına ilişkin davalar, bir taşınmazın hak sahipliğini tespit eden yani taşınmazın hak sahipliğini tespite yarayan davalardır. Yargıtay;

 

* muris muvazaası hukuki nedenine dayalı taşınmaz bedelinin tahsili konulu davalar taşınmazın aynından kaynaklanır : "Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tazminat isteğine ilişkindir. Dosya içeriğinden, Ankara ili Çankaya İlçesi Sancak Mahallesinde yer alan 25319 ada 2 parsel sayılı taşınmaz bakımından eldeki davanın önce İstanbul Bakırköy'de açıldığı, ancak Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesince, uyuşmazlığın taşınmazın aynından kaynaklandığı gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun(HMK) 12. maddesi uyarınca yetkisizliğe ve dosyanın yetkili Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği; dosya kendisine tevzi edilen Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesince de, davada ileri sürülen isteğin taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, davaya bakmaya Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili bulunduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verildiği görülmektedir. Hemen belirtilmelidir ki; eldeki davada ileri sürülen tazminat isteğinin esasının, murisin gerçekleştirdiği taşınmaz temlikinin mirastan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı iddiasından kaynaklanmakta olduğu ve uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasının anılan iddianın sübutuna bağlı bulunduğu açıktır. O halde; davanın, kamu düzeniyle ilgili kesin yetki kuralı içeren HMK'nın 12/1. maddesi uyarınca "Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin" olduğu ve taşınmazın bulunduğu yer mahkemesince görülüp sonuçlandırılması gerektiği kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi yerine yetkisizlik kararı verilmesi doğru değildir." (Y.1. HD. 09.07.2018 T. E: 2015/14858, K: 11028)

 

* Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, tazminat, olmazsa tenkis isteklerine ilişkin davalar da taşınmazın aynına ilişkindir : Yargıtay,  "Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, tazminat, olmazsa tenkis isteklerine ilişkin dava, taşınmazın aynına ilişkin bulunduğu ve HMK’nun 12.maddesinde öngörülen kesin yetki kuralına göre taşınmazın bulunduğu yer yargı çevresi içinde kaldığı ve bu yer mahkemesinin yetkili olduğu gözetilerek, davanın esasının incelenmesi gerekir. "  (Y. 1. HD. 12.09.2018 T. E: 2016/14661, K: 12215) "Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tazminat isteğine ilişkindir.eldeki davada ileri sürülen tazminat isteğinin esasının, murisin gerçekleştirdiği taşınmaz temlikinin mirastan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı iddiasından kaynaklanmakta olduğu ve uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasının anılan iddianın sübutuna bağlı bulunduğu açıktır. O halde; davanın, kamu düzeniyle ilgili kesin yetki kuralı içeren HMK'nın 12/1. maddesi uyarınca "Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin" olduğu ve taşınmazın bulunduğu yer mahkemesince görülüp sonuçlandırılması gerektiği OY ÇOKLUĞUYLA kabul edilmiştir. ( Y.1. HD. 09.07.2018 T. E: 2015/14858, K: 11028) (.....kararda bir üye talebin tazminata dönmesinin davayı taşınmazın aynı hale getirmeyeceği kanaatiyle karşı oy kullanmıştır......)

 

* İpoteğin fekki/terkini davaları taşınmazın aynından sayılır :  Yargıtay , "Dava, ipoteğin fekki istemine ilişkin olup, taşınmazın aynına ilişkin olması nedeniyle HMK'nun 12/1.maddesi uyarınca taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin davalarda taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili olup ipoteğe konu taşınmazın Kütahya'da bulunduğu anlaşıldığından somut olayda Kütahya Mahkemeleri kesin yetkilidir. Kesin yetki, 6100 sayılı HMK'nun 114. maddesinde dava şartları arasında sayılmıştır. Aynı Kanun'un 115. maddesinde ise dava şartlarının yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetileceği hüküm altına alınmıştır. Bu durumda mahkemece davanın dava şartı noksanlığı nedeniyle usulden reddi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir." (Y.19. HD. 09.10.2017 T. E: 2016/12427, K: 6756)  (aynı yönde Y. 19. HD. 09.10.2017 T. E:2016/12427, K: 6756)

 

    Yargıtay, kural olarak menfi tespit davalarını taşınmazın aynına ilişkin davalardan saymamaktaysa da borçlu olmadığın tespiti ile bu nedenle konmuş ipoteğin fekki de istenirse burada taşınmazın aynından kaynaklanan bir davadan bahsedilecektir. Bu hususta Yargıtay, "Davacı, akaryakıt satış istasyonu işlettiğini, davalı ile arasında bayilik sözleşmesi imzaladıklarını, iş bu sözleşme kapsamında Cihanbeyli ilçesinde bulunan taşınmaz üzerine ipotek konulduğunu, taraflar arasında imzalanan ön protokolün şartlarının davalı tarafından yerine getirilmediği bu nedenle bayilik sözleşmesinin sona erdiğini belirterek davalı şirkete herhangi bir borcunun bulunmadığının tespiti ile ipoteğin kaldırılmasını dava ve talep etmiştir. Davalı, davanın menfi tespit olduğunu, dava konusu taşınmaz üzerine konmuş herhangi bir ipotek olmadığından taşınmazın aynından kaynaklanan bir dava olmadığını, sözleşme ile Bakırköy mahkemelerinin yetkili olduğu, davacının mal alışverişinden kaynaklanan borcu bulunduğu ve bu nedenle de cezai şart ödemesi gerektiğini savunmuştur. Davacı, Cihanbeyli ilçesindeki taşınmaz üzerine konan ipoteğin kaldırılmasını talep etmiştir. İpoteğin fekki taşınmazın aynından kaynaklanan bir dava olduğun taşınmazın bulunduğu Cihanbeyli mahkemelerinin yetkisi kesin nitelikte olup, re'sen gözetilir. Bu nedenle ipoteğin fekki talebine neden olan taşınmaz Cihanbeyli'de olduğundan Cihanbeyli mahkemeleri yetkilidir."  (Y. 11.10.2012 t. 2012/12289 E. 2012/14933 K.) 

 

* tapudaki maddi hataların düzeltilmesi davaları taşınmazın aynından kaynaklanır: Yargıtay, "Tapu Sicili Tüzüğü hükümleri ve özelikle 75. maddesi nazara alındığında, tapu müdürlüklerine oldukça geniş yetkiler verilerek tapudaki hataların daha kısa bir sürede, idari yoldan düzeltilmesine imkân verildiği görülmektedir. Yine bu maddenin son fıkrasında ise “Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur.” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm hak arama özgürlüğünü kısıtlamamakta, aksine hak arayanlara haklarını çok daha kısa bir sürede, kolay, ucuz ve basit bir şekilde elde etme imkânı vermektedir. Hal böyle olunca, bu imkânın öncelikle tüketilmesi ve bu yolla bir sonuç alınamaması durumunda ilgilinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1027. maddesi gereğince mahkemeye başvurması zorunluluğu bulunmaktadır. Bu nedenle, yeni Tapu Sicili Tüzüğünün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği 17.8.2013 tarihinden sonra, davacının, mahkemeye müracaat etmeden, öncelikle ilgili tapu müdürlüğüne yukarıda açıklanan prosedüre uygun şekilde başvurması, eğer bu talebinde istediği sonucu alamazsa daha sonra mahkemeye başvurması gerekir.Bu talepler, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK'nın) 1027. maddesi gereğince mahkemeye yapılırsa, 6100 sayılı HMK’nın 382/(2)-ç)-1 maddesi gereğince çekişmesiz yargı usulüne göre sulh hukuk mahkemesinde ve taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan, aynı Kanunun 12. maddesi uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde görülür." ( Y. 1. HD. 31.05.2016 T. E: 7595, K: 6628) (aynı yönde 1. HD. 31.05.2016 T. E: 7596, K: 6624) "Dava, tapu kaydında yanlış yazılan kimlik bilgisinin düzeltilmesi istemine ilişkin olup taşınmazların, kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme davalarının kaynağını oluşturur. Bu tür davalarda kimlik bilgileri düzeltilirken, taşınmaz malikinin değişmemesi, diğer bir anlatımla mülkiyet aktarımına neden olunmaması gerekir.Bu davalar, taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan 6100 sayılı HMK’nin 12. maddesi uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır." ( Y. 1. HD. 22.03.2016 T. E: 2014/15396, K: 3453) 

 

* ortaklığın giderilmesi davaları taşınmazın aynından kaynaklanan davalardan sayılır : Yargıtay, "Davacı, İzmir ili, Dikili ilçesi ve Ankara ili, Çankaya ilçesinde bulunan dava konusu taşınmazlar üzerindeki ortaklığın satış yoluyla giderilmesini istemiştir.Mahkemece, miras bırakanının terekesi ile ilgili olarak açılan ortaklığın giderilmesi davalarında yetkili mahkemenin murisin son ikametgah mahkemesi olduğu ve murisin son ikamatgahına göre Ankara mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesi ile davanın yetkisizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir. Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkin olup, mirastan doğan bir dava değildir. HMK'nın 12. maddesi gereğince taşınmazın aynından doğan davalarda taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili ise de bu davalar birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da açılabilir. Somut olayda, dava konusu taşınmazlardan biri hakkında Dikili Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açıldığı anlaşılmakla Ankara ilinde bulunan taşınmaz hakkındaki davanın da bu mahkemede görülmesi mümkün olduğundan mahkemece davanın esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir." (Y. 14. HD. 25.02.2016 T. E: 2015/727, K: 2163) 

 

* devremülk hakkının tapuya tescil edilmesi talepleri taşınmazın aynından kaynaklanan davalardan sayılır : Yargıtay, "Davacı, davalı ile 28.10.2010 tarihli Çağ Hayme Sultan Termal Tesisleri 4. Etap Tapulu Devre Tatil Sözleşmesi imzaladığını, sözleşemede kararlaştırılan 8.000,00 TL'yi ödemesine rağmen davalı tarafından tapuda tescil ve ferağ işlemlerinin yapılmadığını ileri sürerek devremülk sözleşmesi gereğince Ankara İli Haymana İlçesi Medrese Mah 46 ada 8 parsel sayılı taşınmazın Z1016 numaralı bağımsız bölümün 28 Ocak-6 Şubat günleri arasında 4.son nolu devremülk hakkının tapuya tesciline, olmadığı takdirde davalıya ödenen 8.000,00.-TL nin faizi ile birlikte tahsiline, ayrıca davacının uğradığı zarar nedeniyle 5.000,00.-TL tazminata hükmedilmesini istemiştir. Davalı, devremülk inşaatına başlandığını, tescilin yapılabileceğini, davacının herhangi bir zararının bulunmadığını ve sözleşmenin iptali talebinin reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, dava sonucu kurulması gereken hükmün tapu iptal ve tescil hükmünü içermeyeceği, davanın ayna ilişkin bir davaya dönüşmeyeceği gerekçesiyle davanın yetki yönünden reddine karar verilmiş, hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava, sözleşme gereği devremülk hakkının tapuya tescili olmadığı takdirde sözleşmenin iptali ile ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir. Davacının talebi terditli olup ilk talebi tescile ilişkin olduğuna göre HMK .12 'ye göre, taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. O halde mahkemece, işin esasına girilerek sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir." (Y.13. HD. 26.01.2016 T. E: 2015/37982, K: 1441)

 

* bir sözleşmeden kaynaklansa hatta sonucunda terditli olarak tazminat da talep edilse bile tapu iptali ve tescili davaları taşınmazın aynından kaynaklanır : Bu hususta Yargıtay, "Davadaki işlemlerden birisi de arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkin olup, HMK’nın 12. maddesi gereğince bu tür davalarda taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkeme olması gerekir." (Y.23. HD. 27.02.2013 T. E: 2012/6390, K: 1144)

 

* tapu kaydının iptali nedeniyle uğranılan zararların tazmini talepli davalar da taşınmazın aynından kaynaklanır :  Bu hususta Yargıtay, "Davacılara ait taşınmazın tapu kaydının kesinleşen mahkeme kararı ile iptal edilmesinden sonra açılan iş bu dava, mülkiyet hakkının yitirilmesi karşılığında tazminat talebini içeren ve bu niteliği ile taşınmazın aynına ilişkin olduğundan HMK m.12'deki kesin yetki kuralı gereğince taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde görülmesi gerekir." (Y. 5. HD. 17.09.2012 tarih, 2012/8166 E., 2012/16508 K.)

 

Bununla beraber Yargıtay aşağıdaki davaları taşınmazın aynından saymamıştır. 

 

* Ecrimisil davaları taşınmazın aynından kaynaklanmaz : Bu hususta Yargıtay. "Dava, ecrimisil istemine yöneliktir. Ecrimisil davası taşınmazın aynı ile ilgili dava olmadığı için HMK’nin 12. maddesi uygulanmaz. Kesin yetki kuralı olmadığı için de HMK'daki genel yetki kuralı uygulama alanı bulur ve bu bağlamda öncelikle genel yetkili mahkeme olan davalının ikametgahı mahkemesi yetkilidir. Ecrimisil, 08.03.1950 gün ve 22/4 sayılı İBK’da haksız eylem olarak nitelendirilmiş bulunduğundan, HMK m.16'da düzenlenen yetki kuralları uyarınca belirlenen haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemeleri de yetkilidir. Ayrıca ecrimisil davasında kesin yetkili bir mahkeme olmadığı için, HMK m.19/4 uyarınca ecrimisil davası yetkisiz mahkemede açılmış olsa bile davalı, süresi içinde ve usulüne uygun olarak yetki itirazında bulunmazsa, davanın açıldığı mahkeme yetkili hale gelir.Somut olayda, davanın, davacının yani zarar görenin dava dilekçesinde kendi adresi olarak gösterdiği "......Beyoğlu" nun bağlı olduğu yer mahkemesi olan İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açıldığı ve yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca, yetkili mahkeme konusunda davacının seçimlik hakkı bulunduğu gözetilmek suretiyle işin esasına girilerek hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir." (Y. 8. HD. 11.03.2019 T. E: 2018/3104, K: 2499)

 

* Tasarrufun iptali davaları ile muvazaalı işlemlerden kaynaklanan iptal davaları taşınmazın aynından kaynaklanmaz : Bu hususta Yargıtay, "Dava, İİK.nun 277 ve devamı maddelerine göre açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkindir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir. İptal davaları için yasada özel bir düzenleme öngörülmediğinden davanın HMK'nun 6. maddesi gereğince davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesinde açılması gerekir. Aynı Yasanın 7/1 maddesi gereğince de davalı birden fazla ise dava bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. İptal davaları ayni hakka değil kişisel hakka dayanan davalardan olduğundan davanın konusu taşınmaz bile olsa HMK'nun 12. maddesinin uygulanma imkanı yoktur. Öte yandan HMK'nun 19/2 maddesine göre bu yetki kesin yetki kuralı olmadığından taraflarca süresi içerisinde usulüne uygun olarak itiraz halinde mahkemece dikkate alınır. Yine aynı madde de yetki itirazının cevap dilekçesi ile ileri sürülmesi gerektiği belirtilmiştir. Yetki itirazı ilk itirazlardan olup (HMK.md.116/1-a) davalıların, yetki itirazlarını dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde ileri sürmeleri gerekir. (HMK.md.117,317-319). Tasarrufun iptali davaları basit yargılama usulüne tabi olup yetki itirazının en geç dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde yapılması gerekir. Somut olayda, davalı borçlu vekili ve davalı 3.kişi cevap dilekçelerinde (dava dilekçesinin davalı borçlu Berrin..’ye tebliğ tarihi; 16.02.2015, davalı 3. kişi olan Fuat ..’ye tebliğ tarihi ise 30.01.2015, davalı borçlu Berrin in süre uzatım talepli cevap dilkeçsinin tarihi 03.02.2015 , davalı 3. kişinin cevap dilekçesinin tarihi ise 09.02.2015 tir. Cevap dilekçelerinde de süresi içerisinde mevcut bir yetki itirazı bulunmamaktadır. Cevap dilekçelerinden çok sonra 07.04.2016 havaleli dilekçe ile davalı borçlu vekili iş bu davanın konusunun, taşınmazların aynına ilişkin olduğu, taşınmazların bulunduğu Çanakkale ve İstanbul da davaya bakılması gerektiğini belirterek yetki itirazında bulunmuştur. Bu durumda yetki itirazı iki haftalık cevap süresinden sonra yapıldığından mahkemece dikkate alınmaması, yetki itirazlarının reddi ile işin esasına girilerek taraf delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur." (Y. 17. HD. 08.05.2019 T. E: 2016/18299, K: 5719)  "Dava İİK 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun İptali istemine ilişkindir.İptal davaları için yasada özel bir düzenleme öngörülmediğinden davanın HMK'nun 6.maddesi gereğince davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesinde açılması gerekir. Aynı Yasanın 7/1 maddesi gereğince de davalı birden fazla ise dava bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. İptal davaları ayni hakka değil kişisel hakka dayanan davalardan olduğundan davanın konusu taşınmaz bile olsa HMK'nun 12. maddesinin uygulanma imkanı yoktur. İİK'nun 282. maddesi gereğince davalı borçlu ile doğrudan veya dolaylı işlem yapan 3.kişiler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan ve zorunlu dava arkadaşları usul işlemlerini birlikte yapmak zorunda olduklarından yetki itirazının davalılarca birlikte ileri sürülmesi yasa gereğidir. Yalnız bir davalı tarafından ileri sürülen yetki itirazı hukuki sonuç doğurmaz. HMK’nun 60.maddesine göre ise zorunlu dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemleri, usulüne uygun olarak davet edildiği halde duruşmaya gelememiş olan dava arkadaşları bakımından da hüküm ifade eder. Somut olayda, davalı Mehmet'in ikametgahı Torbalı olup diğer davalı Abdullah ilk ve sonraki duruşmalara katılmadığından onun yönünden de geçerli olmuştur. Bu durumda mahkemece, yetki itirazının kabulü ile dosyanın görevli Torbalı Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekirken esastan karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır. (Y. 17. HD. 06.02.2018 T. E: 2016/8848, K: 650) ( aynı yönde Y. 17. HD. 30.01.2018 T. E: 2015/12697, K: 400) "Terditli olarak açılan, İİK.mad. 277 vd.na göre "tasarrufun iptali", olmadığı takdirde TBK'nun 19. maddesine dayalı muvazaalı işlemlerin iptali isteğine ilişkin davanın, tasarruf konu mal konusu taşınmaz olsa bile, davalı borçlu veya davalı üçüncü kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesinde açılması gerektiği- Basit yargılama usulüne tabi olan tasarrufun iptali davasında yetki itirazının en geç dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde yapılması gerekir." (Y.17. HD. 30.01.2017 T. E: 2014/23791, K: 745)

 

* tasarrufun iptali davaları 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Kanunu'ndan kaynaklansa da yine taşınmazın aynından kaynaklanmış sayılmazlar : Bu hususta Yargıtay'da "Dava 6183 sayılı Kanun’un 24 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Tasarrufun iptali davalarında, HUMK'nin 9 ve devamı maddelerinde düzenlenen yetki kuralları geçerlidir. İptal davaları ayni hakka değil kişisel hakka dayanan davalardır. Bu nedenle davanın konusu taşınmaz olsa bile taşınmazlara ilişkin kesin yetki kurallarını düzenleyen HMK'nin 12. maddesi hükmü bu davalarda uygulanmaz."  (Y.17.HD.18.03.2013 T.E:2012/5943, K:3520) 

 

* dava dilekçesinde tapu iptali ve tescili talep edilse bile tasarrufun iptali davaları taşınmazın aynından sayılmazlar : Bu hususta Yargıtay, "Dava, 6183 Sayılı AATUHK'nin 24 vd. maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir.Tasarrufun iptali davalarında, HMK'nin 5 ve devamı maddelerinde düzenlenen yetki kuralları geçerlidir. İptal davaları aynî hakka değil, kişisel hakka dayanan davalardır. Bu nedenle davanın konusu taşınmaz olsa bile taşınmazlara ilişkin kesin yetki kurallarını düzenleyen HMK'nin 12. maddesi hükmü bu davalarda uygulanmaz. Davacı tarafından dava dilekçesinin sonuç kısmında tapu iptali ve tescile karar verilmesi istenmiş olsa da davadaki amaç amme alacağının tahsilini sağlamak olup davanın tasarrufun iptali davası olduğu açıktır. Bu sebeple Mahkemece yetki itirazlarının reddi ile işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir." (Y.17.HD.28.01.2013 T. E: 365, K:631)

 

* devremülk satış sözleşmelerinden kaynaklanan bedele dönük davalar taşınmazın aynından kaynaklanmaz : Bu hususta Yargıtay "Dava, Devremülk Satış Sözleşmesinin yerine getirilmemesi nedeniyle sözleşmenin iptali ile davalıya ödenen bedelin davalıdan tahsili talebine ilişkindir. Bu halde tüketicinin yerleşim yerinde de dava açılmasına ilişkin hükmün mutlak yetki kuralı olmayıp davacıya seçimlik hak sağlamaktadır." (Y. 20 HD 01.07.2019 T. E.2281, K.4628) 

 

* kira sözleşmesinden kaynaklanan ve mülkiyet hakkı içermeyen mesela kiralananın gösterilmesine izin verme gibi talepler taşınmazın aynından sayılmazlar : Yargıtay, "Dava, TBK'un 319/2 maddesi uyarınca kiralananı göstermeye izin istemine ilişkindir. Somut olayda; taraflar arasında düzenlenen, karşılıklı şahsi borç ilişkisi doğuran ancak taraflar arasında ileri sürülebilen kira sözleşmesine dayanılmakta olup, gayrimenkulün aynına ilişkin kesin yetki söz konusu değildir. Diğer taraftan taraflar tacir olmadığından HMK.'un 17.maddesi gereği yetki sözleşmesi yapamazlar. Dolayısıyla sözleşmenin 11.madde hükmü geçersizdir."

 

* taşınmaz satışı yahut konusu bir şekilde taşınmazdan da kaynaklansa icra işleri taşınmazın aynından kaynaklanan işlerden sayılmazlar : Bu hususta Yargıtay, "Mahkemenin yetkisi kamu düzeni esasına dayanan, ezcümle gayrımenkulün aynına taallûk eden işlerden veya takip tarihine selahiyetli mahkemede veya icra dairesinde dava veya takip açıldıktan sonra idari veya kazai taksimattaki değişiklik sebebiyle yetkisi başka bir mahkeme veya icra dairesine geçmiş olursa, dosya dava veya takibe kaldığı noktadan devam edilmek üzere yetkili merciye devir ve teslim olunmak lazımdır. Kamu düzeni esasına dayanan bu olaylarda bu mecburidir. 18.6.1938 tarihli 21/10 sayılı İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararı da bunu âmirdir. Kamu düzeniyle ilgisi bulunmayan selahiyet hükümlerine gelince, yukarıda da izah olunduğu gibi, sonradan taaddüt eden böyle bir durum HUMK’nun (yeni HMK) da derpiş edilmemiş, niteliği bakımından yeni merciye devir ve tevdii gerektirir bir hal bulunmamış olduğundan aksine bir kanun hükmü konulmuş olmadıkça, işin eskisi gibi görülüp intaç edilmesi icabeder. Tetkik konusu olaya gelince; icra, gayrimenkulün aynına taallûk etmediğinden selahiyet hükmünün Usulün 13. maddesiyle (YENİ hmk M.12) bir alakası yoktur." (Y.12. HD. 15.9.1964 T. E: 9290, K: 9665 )

 

* şekil şartlarına uymaksızın yapılan gayrimenkul satışı nedeniyle ödenen paranın iadesi davası taşınmazın aynından kaynaklanmaz : Yargıtay tarafından da kabul edildiği üzere, taşınmazın haricen yani yasal şekle tabi olmaksızın satılması geçersiz bir işlem olup aslında gerçek bir satış olmadığından sebepsiz zenginleşme sözkonusu olduğundan buradaki davanın taşınmazın aynından kaynaklandığı söylenemez. (Y.3 H.D. 25/11/1955 t. 2682 E., 6229 K.) 

 

* gayrimenkul satış vaadi sözleşmelerinin iptaline dönük davalar taşınmazın aynından kaynaklanmazlar :  Satış vaadi sözleşmesinin iptali için veya irade fesadı nedeniyle davacının bağlı olmadığına ilişkin davalar gayrimenkul mülkiyetine ilişkin olmayıp bir sözleşmeden kaynaklandığından taşınmazın aynından sayılmazlar. Yargıtay'da bu görüştedir. (Y. 4. HD. 17/05/1965 t. 3750 E., 2657 K.)

 

c.) Islahla talep sonucu değişerek artık taşınmazın aynına ilişkin bir dava haline gelen davalarda yetki sorunu : Açılan bir davanın yargılama aşamasında talep sonucu ıslah edilerek artık taşımazın aynına ilişkin bir talep sözkonusu olması halinde kesin yetki devreye girecek ve kesin yetkili taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde dava görülecektir. Kesin yetki halinin 6100 sayılı HMK m.114 gereğince kamu düzenine ilişkin kesin yetki içermesi nedeniyle mahkemelerce re'sen dikkate alınıp, dava bu mahkemede açılmamışsa kesin yetkili mahkemeye gönderilmesi gerekmektedir.

    Bu hususta Yargıtay, "Davacı vekili İzmir Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 27.9.2001 tarihli dava dilekçesinde, "davalının kendisinden alacaklı olan davacı bankayı zarara uğratmak kastı ile taşınmazını 6.9.2001 tarihinde diğer davalı eşine sattığını, İİK.nun 278 nci maddesine göre tasarrufun batıl olduğunu" beyanla, "Seferihisar İlçesi, 1012 Ada 1 parseldeki davalıların 6.9.2001 tarihli tasarruflarının İİK.nun 277. ve devamı maddelerine göre iptalini" istemiştir. Ancak İİK. 277 nci maddesi takip hukukuna ilişkin bir düzenleme olup somut olayda, icra takibi bulunmadığından, aciz vesikasının varlığından da söz edilemez. Bu nedenle anılan madde de belirtilen şartlar gerçekleşmediğinden davacı yargılama devam ederken 11.2.2002 tarihli dilekçe ile tasarrufun iptali davasını, Borçlar Kanununun 18 nci maddesine dayalı tapu iptali ve tescil davası olarak ıslah ettiğini bildirmiştir. Bu durumda dava taşınmazın aynına ilişkin hale geldiğinden, HUMK.nun 13 ncü maddesi gereğince taşınmazın bulunduğu Seferihisar Mahkemesi yetkilidir. Bu nedenle mahkemenin "yetkisizlik kararı" vermesi doğrudur." (Y.HGK. 7.4.2004 T. E:4-206, K:197) Burada terditli bir talep olmadığı, davanın talep sonucunun değiştiği önemle dikkat edilmelidir. Yargıtay, yukarıda da detaylıca belirttiğimiz üzere eğer terdit varsa önce ilk talebe bakmaktadır. Ancak burada terditli bir talep yoktur, ıslahla değişen tek bir talep vardır.

 

d.) Kesin yetki içeren madde hükmünün yetki sözleşmeleri karşısındaki durumu :  Yukarıda detaylıca belirttiğimiz üzere maddede belirtilen hallerde kesin yetki hali sözkonusu olup, kesin yetki içeren haller 6100 sayılı HMK m.114 gereğince dava şartı olup mahkemelerce re'sen dikkate alınırlar. 6100 sayılı HMK m.17 gereğince taraflar yetki sözleşmesi yapabilecek kişilerden olsalar bile bu hususta yetki sözleşmesi de yapamazlar. Bu hususta Yargıtay, "dava, ortaklığın giderilmesine ilişkindir. Somut olayda paydaşlığın giderilmesine ilişkin taşınmazların Marmara Ereğlisi'nde olduğu anlaşılmaktadır. HMK m.12'deki düzenleme kamu düzenine ilişki olup kesindir ve bu konuda yetki sözleşmesi dahi yapılamaz." (Y.6.HD 21.03.2013 t. 2012/18431 E. 2013/4994 K.) 

 

e.) Bir davada başkaca taleplerle beraber taşınmazın aynından kaynaklı bir talep de varsa davada yetkili mahkemenin belirlenmesi sorunu : Bir davada davacı, davasında taşınmazın aynından kaynaklanmayan mesela sözleşme iptali, tazminat, alacak ... vs gibi taleplerle beraber taşınmazın aynından kaynaklanan taleplerde de bulunursa bu durumda yetkili mahkeme davaya konu taşınmazın bulunduğu yere göre belirlenir. Burada yine 6100 sayılı HMK m.12 uygulanacaktır. Bu hususta Yargıtay'da "somut olayda davacının davalılarla yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin iptalini, sözleşme uyarınca davalılara sözleşmeden kaynaklı borçlu olmadığının tespitini,  davalı adına tapuda devri yapılan dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptaliyle kendi adına tescilini talep etmiştir. Dava konusu taşınmazın tapu kaydına göre Keşan'da olduğu anlaşıldığından ve 6100 sayılı Kanun 12/1 maddesi gereğince taşınmazlarla ilgili davalarda kesin yetki kuralı geçerli olduğundan uyuşmazlığın Keşan mahkemelerinde görülüp sonuçlandırılması gerekir." (Y.17. HD. 28.12.2011 t. 2011/12878 E., 2011/13175 K. )

      Burada da taleplerin terditli talep edilmediği, taşınmazın aynından kaynaklanan tapu iptali talebinin davacının ana talebi olduğuna dikkat etmek gerekir.

 

f.) El atmanın önlenmesi davaları ile kal (yıkım) davaları geçerli bir hukuksal nedene dayanmadan taşınmaza zilyet olma hali olduğundan tahliye davalarından farklı değerlendirilmelidir : Bilindiği üzere el atmanın önlenmesi ve kal (yıkım) davaları herhangi bir hukuksal gerekçe olmaksızın bir taşınmazı işgal eden davalıya karşı açılır. Bu nedenle el atmanın önlenmesi ve kal davaları HMK m.12 gereğince kesin yetkili taşınmazın bulunduğu yer mahkemelerinde görülecektir. Ancak bir sözleşmeye dayanan kiracının tahliyesi davalarında dayanak bir sözleşme olduğundan ve sözleşmenin ihlaline dayanan bir tahliye sözkonusu olduğundan bu tahliye el atma olarak değerlendirilemez. Bu nedenle bu dava tipleri birbirleriyle karıştırılmadan dava edilmelidir. Bu hususta Yargıtay, "davacı kayden maliki olduğu taşınmaza davalı şirketin haklı ve geçerli bir neden olmaksızın alametifarikalarını (marka, amblem), reklam materyallerini ve ürünlerini bulundurmak suretiyle müdahale ettiğini ve işgalici durumunda olduğunu ileri sürerek akaryakıt istasyonu nitelikli taşınmazına vaki el atmanın önlenmesi ile anılan ürünlerin kaldırılması ve ecrimisil istekleriyle dava açmıştır. Öyle ise davanın taşınmazın aynına ilişkin olduğu ve taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açıldığı tartışmasızdır." (Y. 1. HD. 14/06/2012 t. 2012/4734 E., 2012/7354 K.3)

 

g.) Alıkoyma hakkına ilişkin davalar yönünden yetki hususunun değerlendirilmesi : 4721 sayılı TMK m.994'e göre, - İyiniyetli zilyet, geri vermeyi isteyen kimseden şey için yapmış olduğu zorunlu ve yararlı giderleri tazmin etmesini isteyebilir ve bu tazminat ödeninceye kadar şeyi geri vermekten kaçınabilir. Buna iyiniyetli zilyedin alıkoyma hakkı denir. Alıkoyma hakkından doğan davalarda da alıkoyma hakkının doğduğu taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. Örneğin Yargıtay, "Bina için belediyeden ruhsat alınmasının davalının iyiniyetli olduğuna yönelik karine sayılacağı- İyiniyetli zilyedin geri vermeyi isteyen kimseden şey için yapmış olduğu zorunlu ve yararlı giderleri tazmin etmesini isteyebileceği ve bu tazminat ödeninceye kadar şeyi geri vermekten kaçınabilecektir. Uyuşmazlıkta inşaat bilirkişisi marifetiyle yeniden keşif yapılarak davalıların iyiniyetli oldukları gözetilerek yıkımı istenen binanın kolon kiriş sistemi kesildiğinde bina ayakta kalacak ise buna göre zorunlu ve yararlı masrafların hesap ettirilmesi,ayakta kalmayacaksa binanın tamamına göre hesap yaptırılarak bulunan bedel üzerinden davalılara hapis hakkı tanınmak suretiyle elatmanın önlenmesi ve yıkıma karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru değildir." (Y. 1. HD. 20.06.2016 T. E: 2014/17956, K: 7443) şeklinde içtihat etmiştir. İşte bu yöndeki davalar da yasanın açık hükmü gereğince alıkoyma hakkından kaynaklandığından kesin yetkilidir.

 

h.) İrtifak haklarına ilişkin davalarda yetki hususunun değerlendirilmesi : Bilindiği üzere irtifak hakkı 4721 sayılı TMK m. 779'da "Taşınmaz lehine irtifak hakkı, bir taşınmaz üzerinde diğer bir taşınmaz lehine konulmuş bir yük olup, yüklü taşınmazın malikini mülkiyet hakkının sağladığı bazı yetkileri kullanmaktan kaçınmaya veya yararlanan taşınmaz malikinin yüklü taşınmazı belirli şekilde kullanmasına katlanmaya mecbur kılar." 

 

2010/4 sayılı genelgede ise "Medeni Kanun ve ilgili diğer yasalarla tanımlanan hakların, ilgili taşınmaz malların harita ve belgelerinde gösterilmesi ve tescili için yapılması gereken işlemlerdir" şeklinde tanımlanmıştır.

 

İrtifak hakları şahsi irtifak hakları ve arzî irtifak hakları olmak üzere ikiye ayrılır.

 

– Şahsi İrtifak Hakları

 

Mülkiyet hakkına sahip bulunmayan bir kişinin lehine kurulan irtifak haklarıdır.

 

Şahsi irtifak haklarında genelde tek bir taşınmaz vardır. Yani, arzi irtifak haklarında olduğu gibi karşılıklı iki taşınmaz söz konusu değildir. Birden çok taşınmaz bu hakkın konusu olsa dahi bunlar karşılıklı değildir. Bu hak şahıs lehine kurulur.

 

Şahsi irtifak hakkında şahıs, gerçek veya tüzel kişi olabilir.

 

– Arzî İrtifak Hakları, bir taşınmaz aleyhine başka bir taşınmaz lehine kurulan irtifak çeşididir. (MK.md.779) Bu haklara "Taşınmaz İrtifakı" da denir.

 

Arzî irtifak haklarında karşılıklı iki taşınmaz vardır. Bunlardan lehine irtifak kurulan taşınmaza hakim (yararlanan) taşınmaz, aleyhine irtifak hakkı kurulan taşınmaz ise hadim (yükümlü) taşınmaz denir.

 

Arzî irtifak hakkı, belli bir şahıs lehine değil, belli bir taşınmaz lehine kurulduğu için yararlanan (hakim) taşınmaza sahip olan, irtifak hakkına da sahip olur. Buna karşılık yükümlü taşınmazı sonradan iktisap edenler de bu yükümlülüğe katlanmak zorundadır.

 

Arzî irtifak, lehine kurulduğu taşınmaza bağlanmıştır. Ondan ayrı olarak devredilemez. Taşınmazın devrinde de bu hakkın devrinin istisna (ayrık) tutulması mümkün değildir.

 

Geçit Hakkı;  başkasının arazisinden geçmek hakkıdır. Bu hak Medeni Kanunun 747 ve 748'inci maddelerine göre bir irtifak hakkı olarak tapu siciline tescil olunabilir. Aynı zamanda kadastro müdürlüğünce çalışmayı gerektirecek teknik yönü de bulunan geçit hakkı, uygulamada en çok rastlanan irtifak hakkı çeşididir.

 

  Bu hak, bir şahıs veya taşınmaz lehine kurulabilir. Şahıs, gerçek veya tüzel kişi olabilir.

 

   Müşterek mülkiyette, bir paydaşın tek başına bu hakkı tesis etmesi mümkün olmayıp, tüm paydaşların işleme katılması gerekir.

 

Kısaca değindiğimiz ve 4721 sayılı TMK m. 779 vd. maddelerinde düzenlenen irtifak haklarından kaynaklanan her türlü dava kesin yetkili olarak üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemede görülecektir. Burada irtifak hakkıyla yükümlü olan yani üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde davanın görüleceğinin lehine irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılmayacağına özellikle dikkat edilmelidir.