25 Mayıs 2022 Çarşamba

BELİRSİZ ALACAK DAVALARINI DETAYLICA İRDELEYEN BİR KARAR

 T.C YARGITAY

3.Hukuk Dairesi

Esas: 2020/ 12074

Karar: 2021 / 9845

Karar Tarihi: 11.10.2021                                                                                                                                                                Davacı; davalı bankadan kullandığı konut kredisi ile aldığı dairenin 23/10/2011 ve 09/11/2011 tarihinde meydana gelen depremlerde hasar gördüğünü, daha önce dava konusu dairenin davalı banka tarafından zorunlu deprem sigortasının yaptırıldığını, ancak süresi bittiği halde davalı banka tarafından yenilenmediğini, bu nedenle dairenin deprem sigortasının bulunmadığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 1.000 TL maddi tazminatın deprem tarihi olan 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı; davacının evinde deprem nedeniyle oluşan hasarın ödenmemesinde herhangi bir kusuru bulunmadığını, zorunlu deprem sigortası yaptırma yükümlülüğünün davacıya ait olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 03/11/2015 tarihli ve 2015/30535 E. 2015/31753 K.sayılı kararıyla taraflar arasındaki uyuşmazlığın bakmaya Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece bozmaya uyularak tüketici mahkemesi sıfatı ile yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafça temyizi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 28/06/2018 tarihli ve 2016/14590 E. 2018/7458 K. sayılı kararıyla, her ne kadar, ... sigortasını yapan başka bir sigorta şirketi olsa da, davalı bankanın zorunlu olan bu sigortanın da yenilenmesi için davacıya bilgilendirme yapması gerektiği, davalı bankanın kusurlu bulunduğu, ne var ki davacı sigortalının da zorunlu olan ... sigortasının süresinin dolup dolmadığını takip etme ve sigortayı yeniletme konusunda kendisine düşen özen yükümlülüğünde müterafik kusuru olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda ise; davacı vekilinin belirtilen arttırım dilekçesinde davalarını belirsiz alacak davası olarak açtıklarını ileri sürdüğü, dava dilekçesinin incelenmesinde, davanın HMK'nın 107. maddesi veya belirsiz alacak manasına gelecek bir beyana, bir ifadeye rastlanılmadığı gerekçesiyle, davacının dava dilekçesinde talep ettiği 1.000 TL üzerinden her iki tarafında %50 kusurlu olduğunun taktiri ile davanın kısmen kabulüne 500 TL’nin 21/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlığa konu davada öncelikli olarak çözümlenmesi gereken husus, davacının davasını belirsiz alacak davası olarak açıp açmadığı noktasında toplanmaktadır.

HMK'nın 107. maddesinde; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği, karşı tarafın verdiği bilgi veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda, davacının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği, ayrıca kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabileceği ve bu durumda hukuki yararın var olduğunun kabul edileceği, 109. maddesinde ise; talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı, kısmi dava açılması halinde dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkca feragat edilmiş olması hali dışında talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceği bildirilmiştir.

Görüldüğü gibi her iki dava çeşidininde açılabilirlik şartı, alacağın konusunun miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmamasıdır. Her iki dava çeşidinde de (alacak miktarınını tespiti davası dışında) dava açan alacağın asgari bir miktar ve değerini belirterek talepte bulunmaktadır.

Dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde, davacı neye karar verilmesi istiyorsa onu açık şekilde yazar. Tespit davalarında davacı bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine karar verilmesini ister, kısmi davada davacının dava dilekçesinde kısmi dava açtığını açıkça bildirmesi gerekir, belirsiz alacak davasında ise alacağın miktarının belirlenmesi açıkça talep edilmelidir.

 Talep sonucu açık değilse mahkeme talep sonucunu açıklattırmalıdır. Bundan başka, talep sonucunun açık olmaması halinde, onu dava dilekçesinin diğer bölümlerinde yazılanların ışığında bir yoruma tabi tutarak davacının açtığı davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemek hakimin ödevidir (HGK’nın 2017/(7)22-2109 E. 2017/1041 K.). Yine, davacı cevaba cevap dilekçesinde, daha önce vermiş bulunduğu dava dilekçesindeki iddiaları ile bağlı değildir ve (iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına tabi olmaksızın) dava dilekçesindeki iddialarını serbestçe değiştirip genişletebilir (HMK. m.141,1). Yani, cevaba cevap dilekçesinde; talep sonucunu arttırabilir, değiştirebilir, yeni vakıalar ileri sürebilir.

Buna karşılık davacı, cevaba cevap dilekçesini verdikten sonra veya bunun için öngörülen iki haftalık süre geçtikten sonra (ön inceleme aşamasının 141,1- cümle 3 tamamlanmasından sonra), cevaba cevap dilekçesinde bildirilmesi gereken ve fakat bildirilmemiş olan hususları ileri süremez; yani, cevaba cevap dilekçesindeki iddia ve savunmasını (daha sonra) genişletemez, değiştiremez. (Prof. Dr. ...- Prof. Dr. ...- Prof. Dr. ..., Medeni Usul Hukuku ..., bkz sf. 337)

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dava dilekçe içeriği incelendiğinde "...bu manada oluşan maddi kayıpları ileride yaptırılacak bilirkişi incelemesi ile de sabit olacağı üzere fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı tutularak şimdilik 1.000 TL talep etmekteyiz..." denildiği, yine davalının sunduğu cevap dilekçesinde, " davacının açık ifade ile davasını belirsiz alacak davası şeklinde açtığını, ancak bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını" belirttiği, davacının ise, cevaba cevap dilekçesinde açık şekilde "davacının uğradığı zararın tespiti amacıyla teknik bilirkişi marifetiyle yapılacak incelemeler ve hazırlanacak rapor doğrultusunda oluşan zarar miktarı ve bedelinin ortaya çıkabileceğini, bu nedenle davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını" ifade ettiği nazara alındığında, eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı sabittir.

Kaldı ki, 22/07/2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir. Bu madde ile ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı da nazara alındığında, mahkemenin söz konusu 08/06/2020 tarihli dilekçeyi bu şekilde irdelememesi de doğru görülmemiştir.

Bu itibarla mahkemece; eldeki davanın 6100 sayılı HMK’nun 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olduğu dikkate alınarak, davacı tarafça sunulan 08/06/2020 tarihli dilekçenin talep arttırım dilekçesi olduğunun kabulü suretiyle sonucuna uygun hüküm tesisi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder