7 Temmuz 2013 Pazar

ELEKTRİK, SU ... VB ABONELİK SÖZLEŞMELERİNE DAYANAN TAKİPLERDE ABONELİK SÖZLEŞMESİNİ YAPTIRAN ŞAHIS BU ABONELİĞİNİ İPTAL ETTİRME İMKANI VARKEN ETTİRMEMİŞSE HİZMETİ FİİLEN KULLANMADIĞI YÖNÜNDEKİ İTİRAZLAR YERSİZDİR.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas:  2003/13-492
Karar: 2003/505
Karar Tarihi: 24.09.2003

ÖZET: Dava, abonelik sözleşmesine dayalı olarak, tüketilen su bedelinin tahsili istemiyle abone hakkında yapılan icra takibinde, borca itirazın iptali istemine ilişkindir. Esasen, somut olayda olduğu gibi, kiracı durumundaki davalı su abonesinin, hizmet alma ihtiyacının tahliye yüzünden artık ortadan kalkmasıyla birlikte, basit bir başvuru işlemiyle abonelik sözleşmesini sona erdirip; sözleşme nedeniyle hem kendisi ve hem de karşı taraf nezdinde doğmuş tüm hak ve borçlardan arınmış olarak kiralanandan ayrılması mümkün iken, bunu yapmayarak, kendi aboneliği üzerinden üçüncü kişilerin su kullanmasına olanak tanımış olması dahi, sözleşme hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı dolayısıyla da, sonuçlarına katlanılması gereken bir davranış niteliğinde kabul edilmelidir. O halde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulması gerekir.

(1580 S. K. m. 15)  (2004 S. K. m. 67)

Dava: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 5. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.7.2002 gün ve 2002/370-599 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7.11.2002 gün ve 2002/10003-11834 sayılı ilamı ile,

( "...Davalı; 12.7.1995 tarihli sözleşme ile İzsu abonesi olmuştur. Sözleşmenin 70. maddesinde "imza etmiş oldukları abone senedine ait ilişiklerini kesmeden gayrimenkulu terk eden aboneler başkaları tarafından kullanılacak suyun bedelinden sorumludur" denilmektedir. Aynı tarihli taahhütnamede de davalının sorumlu olacağına ilişkin beyanı bulunmaktadır. Davalı aboneliği devam etmekte ve feshedilmemiştir. Bu durumda davalının borçtan sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Mahkemece işin esası incelenerek davalının sorumlu olduğu miktarın tespiti için uzman bilirkişi aracılığıyla inceleme yaptırılıp, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, abone sözleşmesinin zımni olarak iptal edildiğinden bahisle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir..." ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, abonelik sözleşmesine dayalı olarak, tüketilen su bedelinin tahsili istemiyle abone hakkında yapılan icra takibinde, borca itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı İzsu Genel Müdürlüğü vekili, abonelik sözleşmesi uyarınca su abonesi olan davalının, sözleşme kapsamında tüketilen suyun bedelini ödemediğini, yapılan icra takibine de, suyun başkası tarafından kullanıldığı gerekçesiyle itiraz ettiğini; itirazın haksız olduğunu, zira, feshedilmediği sürece abonelik sözleşmesinin geçerliliğini koruyacağını, suyu kimin kullandığının davacı tarafından bilinmesinin beklenemeyeceğini, davalının su bedelini ödeyip daha sonra kullanan kişiye rücu etmesi gerektiğini ileri sürerek, itirazın iptaline ve % 40 oranında icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.

Davalı Ö... Elektrik Malzemeleri San. Ve Tic A.Ş. vekili, davalı şirketin, abonelik sözleşmesinin ilişkin bulunduğu işyerinde kiracı iken, 9.11.1995 tarihinde kiralananı tahliye ettiğini, tahliye tarihine kadar kullanılan suyun bedelini ödediğini, takip konusu alacağın tahliye tarihinden sonraki dönemlere ilişkin olduğunu, taşınmazı davalı şirketten sonra başka kiracıların kullandığını; su ve elektrik abone sözleşmelerinin ancak sözleşmede yazılı taşınmazla birlikte hüküm ifade edebileceğini, bu nedenle tahliyeden sonraki kiracıların kullandığı su bedelinden davalının sorumlu tutulamayacağını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece verilen; davaya konu su borcunun 1999 yılı Ağustos ayı ile 2000 yılı Ağustos ayı arasındaki döneme ilişkin olması, abone durumundaki davalının kirası altındaki taşınmazı 9.11.1995 tarihinde boşaltması ve davacı Kurumun 1999 Ağustos ayına kadar kullanılan su bedellerini sonraki kiracılardan tahsil etmiş bulunması karşısında, taraflar arasındaki abonelik sözleşmesinin zımni olarak feshedildiğinin kabulü gerekeceği, yıllar önce yapılmış ve davacı tarafından zımnen iptal edilmiş bir sözleşmeye dayanılarak, önceki aboneden su bedelinin istenilmesinin hakkaniyete uygun olmadığı gibi, abonelerini belirli dönemlerde güncelleştirmeyen, kendi yükümlülüklerini yerine getirmeyen davacının bu kolaycılığının hukuken de korunamayacağı gerekçesine dayalı davanın reddine dair kararı özel dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.

Öncelikle maddi olgu ve taraflar arasında çekişmesiz olan yönlerin açıklanmasında yarar görülmüştür:

Davalı şirketin kiracısı bulunduğu işyeriyle ilgili olarak, taraflar arasında 12.7.1993 tarihli Abonelik Sözleşmesinin düzenlendiği, davalının taşınmazı 9.11.1995 tarihinde tahliye etmesine rağmen, davacı ile arasındaki su aboneliğine ilişkin sözleşmeyi feshetmediği, aynı işyerinde daha sonra üçüncü kişilerce kullanılan su bedelinin Ağustos 1999 tarihine kadar muntazaman ödendiği, anılan tarihten, Ağustos 2000 tarihine kadar geçen dönemde üçüncü kişilerin kullandığı suyun bedelinin ödenmemesi üzerine, davacı idarenin abonelik sözleşmesinin tarafı durumundaki davalı şirket aleyhine icra takibi yaptığı, davalının itirazı üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu yönlerden taraftar arasında da bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Maddi olgunun açıklanan bu içeriği ile, bozma ve direnme kararlarının gerekçelerine göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, kirası altındaki taşınmazda kullanacağı su için 1993 yılında davacı ile abonelik sözleşmesi yapan ve 1995 yılında taşınmazı tahliye etmesine rağmen sözleşmeyi feshetmeyen davalı kiracının, takibe konu edilen ve kendisince kullanılmadığı çekişmesiz olan suyun bedelinden davacıya karşı sorumlu tutulup tutulamayacağı; davalı ile aralarındaki abonelik sözleşmesi devam etmesine rağmen 1995-1999 yılları arasında su bedelini üçüncü kişilerden tahsil eden davacının, bu tutumuyla davalı ile arasındaki abonelik sözleşmesini feshetmiş sayılıp sayılamayacağı; dolayısıyla, daha sonraki dönemlerde ödenmeyen su borcunu, aynı sözleşmeye dayanarak davadan talep edip, edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Bu noktada, taraflar arasındaki abonelik sözleşmesinin uyuşmazlığa ilişkin hükümleri üzerinde durulmalıdır:

Taraflar arasındaki 12.7.1993 tarihli "Halkapınar Suyu Abone Senedi" başlıklı sözleşmenin "Abonelerin Mükellefiyetleri" başlıklı bölümünde yer alan 70. maddesinde, abonelik sona erdirilmeden taşınmazın terk edilmesi halinde, başkaları tarafından kullanılacak suyun bedelinden abonenin sorumlu olacağı açıkça belirtilmiştir.

Bu hükümle, davalı abonenin, sözleşmenin ilişkin bulunduğu ve kendi kirası altında olan taşınmazı tahliye etmesi halinde, durumu davacıya bildirip, varsa, tahliye tarihine kadar tüketici suyun hesaplanacak bedelini de ödemek suretiyle, mevcut abonelik sözleşmesinin karşılıklı olarak feshedilmesini sağlamak yükümlülüğü altına girdiği; bu yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde, sonradan başkalarının kullanabileceği suyun bedelinden sorumlu olmayı kabullendiği açıktır. Eş söyleyişle, sözleşmenin değinilen bu hükmü, hizmeti veren davacı idarenin herhangi bir işlem ve eylemi olmaksızın, taşınmazı terk suretiyle aboneliğine konu hizmetten yararlanmasını kendi iradesiyle sona erdiren davalı abonenin; hizmeti veren davacı akidine Dunu bildirip, varsa, bedeli ödenmemiş tüketim için tahakkuk ettirilecek bedeli ödemek, sözleşmenin diğer hükümlerinin kendisine yüklediği başkaca edimler varsa onlar ) da yerine getirmek; yine, varsa ( örneğin depozito parasını geri almak, gibi ) sözleşmeden kaynaklanan haklarını da kullanmak, böylece, mevcut sözleşme ilişkisini, hem kendisine ve hem de karşı tarafa tanınan ve yüklenen tüm hak ve borçlardan arınmış olarak feshetmek yükümlülüğünü ve hakkını düzenlemektedir. "

O halde, sözleşmenin bu hükmüne göre, davacı idarenin, abonelik sözleşmesine konu taşınmazda davalının hangi süreyle kiracı olarak bulunacağını, tahliyenin hangi tarihte gerçekleşeceğini, kira sözleşmesinin süresinden önce feshedilmiş olup olmadığını, yine, kira süresinin yasa çerçevesinde uzayıp uzamadığını ve benzeri nitelikteki başka yönleri bizzat araştırıp saptayarak, bu saptamanın sonucuna uygun şekilde davranma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle, taraftarın özel hukuk alanında, serbest iradeleriyle imzaladıkları abonelik sözleşmesi, davacı idareye açıklanan türden bir sorumluluk yüklememiştir.

Direnme kararında sözü edilen, davacı idareye ait Tarifeler Yönetmeliği'nin 48.maddesindeki "...Başkası adına abonelik devam ederken suyu açık olan gayrimenkulün yeni sahibi veya kiracısı 2 ay içerisinde İZSU'ya müracaatla yeni abonelik sözleşmesi yapmakla yükümlüdür. Bunu yapmadıkları takdirde, yeni sahibi veya kiracısı, mevcut borçlar ile kullanmaya başladığı tarihten itibaren sayacın kaydettiği en son endekse kadar tahakkuk edecek borçları İzsu kendisinden talep edebilir" şeklindeki hüküm ise, taraflar arasındaki abonelik ilişkisine değil; başkası ( somut olayda davalı ) adına kurulmuş bir abonelik ilişkisinin devam ettiği taşınmazı kiralayan kişinin veya o taşınmazın sahibinin ( Dolayısıyla, somut olay bakımından üçüncü kişilerin ) İZSU'ya karşı yükümlülüklerine ilişkin bir düzenlemeyi içermektedir. Bu hüküm, bir abonenin İzsu ile mevcut sözleşmesini feshetmeksizin taşınmazdan ayrılması durumunda, o taşınmazı sonradan kiracı veya mal Sahibi sıfatıyla Kullananların, iki ay içinde İZSU'ya başvurup, kendileri adına abonelik sözleşmesi yapmakla yükümlü olduklarını, aksi takdirde, hem önceki ve hem de taşınmazı kullanmaya başladıkları tarihten sonraki borçlardan sorumlu tutulabileceğini öngörmekte; kısaca, aboneye değil, onun terkinden sonra aynı yeri kullanan üçüncü kişilere yönelik bir yükümlülüğü düzenlemektedir. Yine, anılan hükümdeki "...İZSU...talep edebilir." ifadesinin taşıdığı açıklığa göre de, davacı İZSU, böyle bir durumda mutlak surette abonenin tahliyesinden sonra orayı kullanan kiracı veya mal sahibini saptama ve alacağı için onları takip etme yükümlülüğü altında değildir; bu durumu herhangi bir yolla belirlediği takdirde, dilerse, sözleşmenin tarafı olan abonesi yerine, belirtilen durumdaki üçüncü kişiden dahi talepte bulunabilecektir. Eş söyleyişle, davacı İZSU böyle bir durumda, abonesinden veya suyu fiilen kullanan kişiden bedel talebinde bulunma konusunda seçimlik bir hakka sahip kılınmıştır. Dolayısıyla, Tarifeler Yönetmeliğinin değinilen bü hükmü, somut olay bakımından, davalı aboneyi tarafı olduğu sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerinden herhangi bir şekilde kurtarmamakta, sadece, davacı idareye bir seçimlik hak tanımaktadır.

Bu durumda, yerel mahkemenin, İzsu Tarifeler Yönetmeliği'nin 48. maddesine dayalı direnme gerekçesi yerinde değildir.

Öte yandan, abonelik sözleşmelerinde hizmet verenin tekliğine karşın, hizmet alanların sayısının, bazen milyonlarla ifade edilebilecek kadar fazla olması mümkündür. Bu niteliklerinden dolayı, abonelik sözleşmelerinde, hizmet veren tarafın, abonelerini belli periyotlarla izleyip, ortaya çıkan sübjektif değişikliklere uygun şekilde tutum alma ve işlemler yapma yükümlülüğü altına sokulması, personelin asli faaliyet alanı dışındaki bu türden işlere yönlendirilmesine ve dolayısıyla verilmesi gereken hizmetin ihmaline yol açabileceğinden, hukuk düzenince kabul de edilemez.

Esasen, somut olayda olduğu gibi, kiracı durumundaki davalı su abonesinin, hizmet alma ihtiyacının tahliye yüzünden artık ortadan kalkmasıyla birlikte, basit bir başvuru işlemiyle abonelik sözleşmesini sona erdirip; sözleşme nedeniyle hem kendisi ve hem de karşı taraf nezdinde doğmuş tüm hak ve borçlardan arınmış olarak kiralanandan ayrılması mümkün iken, bunu yapmayarak, kendi aboneliği üzerinden üçüncü kişilerin su kullanmasına olanak tanımış olması dahi, sözleşme hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı dolayısıyla da, sonuçlarına katlanılması gereken bir davranış niteliğinde kabul edilmelidir.

O halde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.9.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder