18 Temmuz 2013 Perşembe

TAŞINMAZI TAHLİYE EDEN KİRACI, TAHLİYE ETTİĞİNİ KANITLAYAMAZSA KİRA SÖZLEŞMESİ DEVAM ETTİĞİ SÜRE İÇİNDEKİ KİRALARINI ÖDEMEKLE MÜKELLEFTİR.


T.C. YARGITAY

6.Hukuk Dairesi
Esas: 2010/6405
Karar: 2010/10292
... Karar Tarihi: 05.10.2010

Dava: İcra mahkemesince verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı karar davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Davacı alacaklı tarafından davalı borçlu hakkında kira alacağının tahsili amacıyla başlatılan icra takibi nedeniyle düzenlenen ödeme emrine davalı borçlunun itirazı üzerine davacı alacaklı icra mahkemesinden itirazın kaldırılması, tahliye isteminde bulunmuş, mahkemece itirazın kaldırılması talebinin reddine, konusu kalmadığından tahliye istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi üzerine karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, davacı alacaklının takip talebinde tahliye isteğinin bulunmamasına göre mahkemece tahliye isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi doğru değil ise de temyiz edenin sıfatı itibariyle aleyhe bozma yapılamayacağından davacının tahliyeye yönelik temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davacının alacağa yönelik temyiz itirazlarına gelince; icra takibinde dayanılan ve karara esas alınan 01.07.2008 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmede aylık kira bedeli 01.07.2008 - 31.12.2008 tarihleri arası 400.-TL, 01.01.2009 - 30.06.2009 tarihleri arası ise 425.-TL olup, aylık peşin olarak ödeneceği kararlaştırılmıştır. Bu şartlar geçerli olup, tarafları bağlar. Davacı, anılan sözleşmeye dayanarak 03.12.2009 tarihinde başlatmış olduğu icra takibinde 2009 yılı Aralık ayı kira bedeli olarak 450.-TL'nin tahsilini istemiş, takibe yasal sürede itiraz eden davalı borçlu kiralananı 30.11.2009 tarihinde tahliye ettiğini, Aralık 2009 kira bedelinin talep edilemeyeceğini belirtmiştir. Ancak kiralananı belirtilen tarihte tahliye ettiğini yazılı belge ile kanıtlayamamıştır. Bununla birlikte kiralanan 15.3.2010 tarihli anahtar teslim tutanağı ile davacı alacaklıya teslim edilmiştir. Kiralananın anahtarı teslim edilmekle taraflar arasındaki kira ilişkisinin 15.03.2010 tarihinde sona erdiğinin kabulü gerekir. Bu durumda davacı alacaklının 2009 Aralık ayı kira bedelini istemesinde bir usulsüzlük bulunmadığından mahkemece itirazın kaldırılması isteminin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde istemin reddine karar verilmesi doğru değildir. Karar bu nedenle bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda 2 nolu bentte yazılı nedenlerle davacının temyiz itirazının kabulü ile kararın alacağa yönelik olarak BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 05.10.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YEDİEMİNİN GÖREVİ KENDİSİNE TESLİM EDİLEN MALI SAKLAMA VE İSTENDİĞİNDE İADE ETMEKTİR. SATIŞ MAHALLİNE MALI GÖTÜRME VE HAZIR BULUNDURMA MECBURİYETİ YOKTUR.

T.C. YARGITAY

4.Ceza Dairesi
Esas: 2011/10834
Karar: 2011/7593
Karar Tarihi: 01.06.2011

Dava: Muhafaza görevini kötüye kullanmak suçundan sanık M. G.'ün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 289/1, 289/1-2, 62, 52. maddeleri uyarınca 1 ay 7 gün hapis ve 740,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına, 51/1 maddesi gereğince hapis cezasının ertelenmesine, sanık hakkında aynı Kanun'un 53/1-2 maddesinin uygulanmasına dair Derinkuyu Sulh Ceza Mahkemesinin 26/03/2010 tarihli ve 2009/197 esas, 2010/52 sayılı kararının Adalet Bakanlığınca 26.03.2011 gün ve 2011/15924 sayılı yazısı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.05.2011 gün ve 2011/160353 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi:

Tebliğnamede <1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 22/12/2009 tarih ve 2008/7470 esas, 2009/21076 karar, 26/01/2010 tarih ve 2008/6720 esas, 2010/777 sayılı kararlarında belirtildiği üzere, <...vedia sözleşmesinin bir türü olan yedieminlik kurumunun yediemine yüklediği muhafaza ve iade görevinin yalnızca kendisine teslim edilen yerde saklama ve iade etme yükümlülüğü yüklediği, hacizli malı satış yerine götürme yükümlülüğünün bulunmadığı...>, somut olayda da, haczedilerek sanığa yediemin olarak teslim edilen malların, satış gününde satış yerine götürülmemesi şeklinde gerçekleşen eylemin, atılı suçun maddi unsurunu oluşturmayacağı gözetilmeksizin, sanığın beraati yerine yazılı şekilde karar verilmesinde,

2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53/4. maddesinde yer alan "Kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.> şeklindeki düzenleme karşısında, kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında, aynı Kanun'un 53/1. maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilemeyeceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasında, isabet görülmemiştir" denilmektedir. Gereği görüşüldü.

Karar: Muhafaza görevini kötüye kullanma suçu, fail açısından yapılan sınıflandırmaya göre özgü bir suçtur. Bu suç ancak yasal düzenlemede belirtilen hukuki ve fiili nitelikleri taşıyan kişiler tarafından işlenebilir. Özgü suçların failleri belirli bir yükümlülük altında bulunmaktadır. Bu nedenle özgü suçlar doktrinde yükümlülük suçları olarak da adlandırılmaktadır. 5237 sayılı T.C.Y.'nın 289. maddesinde düzenlenen muhafaza görevini kötüye kullanma suçunun faili, kendisine rehinli veya hacizli veya herhangi bir nedenle elkonulmuş malın resmen teslim edildiği kişidir. Hukuk uygulamasında bu kişiler yediemin olarak anılmaktadır. Yedieminin, suçun yapısı ve görevlendirilmesinin dayanağını oluşturan ilgili yasalardan kaynaklanan bazı yükümlülükleri vardır. İcra ve İflas Yasası hükümleri uyarınca yürütülen takipler nedeniyle gerçekleştirilen haciz işlemi sırasında yediemin olarak görevlendirilen kişinin, İ.İ.Y.'nın 88. ve 358. ile halen yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Yasasının 468. maddeleri içeriğinden saptanan yükümlülükleri şunlardır: 1) Kendisine resmen teslim edilen malı/malları saklamak, korumak ve olduğu gibi (aynen) bırakmak. 2) Resmen teslim işlemini gerçekleştiren yetkili organ istediğinde hacizli malı kendisine teslim edilen yerde geri vermek veya hazır etmek. Belirtilen yükümlülükler aynı zamanda T.C.Y.'nın 289. maddesinde öngörülen teslim amacını oluşturmaktadır. Bu açıklamalar karşısında, yediemin sanıktan hacizli malı icra dairesi tarafından belirlenen satış yerine götürmesinin beklenmesi ve satış yerine götürmeme biçimindeki ihmali davranışın teslim amacı dışında bir tasarruf olarak değerlendirilmesi olanaklı değildir.

İncelenen dosyada yer alan iddianameye göre sanık hakkında icra takibi sırasında haczedilip kendisine yediemin olarak teslim edilen hacizli malları yapılan tebligata karşın satış yerine getirmeyerek muhafaza görevini kötüye kullandığı iddiasıyla kamu davası açıldığı görülmektedir. Dosyada bulunan haciz tutanağı, şartname, satış ilanı, muhtıra ile birinci artırma tutanağına göre hacizli malların yediemine teslim edildiği yer ile icra dairesince satışın yapılmasına karar verilen yer farklıdır. İcra dairesince sanığa muhtıra gönderilerek hacizli malları belirlenen satış yerine getirmesi istenmiştir. Yukarıdaki paragrafta belirtilen açıklamaya göre, yediemin sanığın hacizli malları satış yerine götürmemesi, teslim amacı dışında bir tasarruf olarak değerlendirilemeyecektir. Mahkemece, suçun maddi unsurunun oluşmadığı gözetilmeden kurulan mahkumiyet hükmünün, hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Yasa yararına bozma isteğinde yer alan diğer bozma nedenine gelince;

Y.C.G.K.'nun 13.6.2006 tarih ve 2006/10-151-157 sayılı kararında <........Öte yandan, yasa yararına bozma kurumu, kesin hükmün otoritesini etkileyen, ileri sürülen hukuka aykırılıkların saptanması ile sınırlı ve bu aykırılıkların savunma hakkını kısıtlama veya kaldırma sonucunu doğurduğu yahut hükmü etkilediğinin belirlenmesi durumunda, hükmün bu nedenlere dayalı olarak bozulmasını gerektiren, olağanüstü yasa yoludur.

Yargıtay'ın olağan yasa yolu olan temyiz denetimi sırasında yasaya ve yargısal kararlara dayalı olarak gerçekleştirdiği uygulamaların tümünün, yasa yararına bozma kurumunda da geçerli olduğu söylenemez. Dolayısıyla, Yargıtay'ın öğretici ve yol gösterici niteliği gereği temyiz denetimi sırasında uyguladığı <kabule göre bozma> yöntemine, istisnai ve olağanüstü bir yol olan yasa yararına bozma istemi üzerine yapılan incelemede başvurulması sistemin özüne aykırıdır. Özel Daire kararı bu yönüyle de isabetli bulunmamıştır.> denilerek olağanüstü nitelikte bir yasa yolu olan yasa yararına bozmanın kapsamı açıklığa kavuşturulmuştur. Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma başvurusunda yer alan (2) numaralı nedenin kabule göre bozmanın konusunu oluşturduğu ve esastan incelenemeyeceği konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamenin (2) numaralı bendinde yer alan düşünce, kabule göre bozma nedeni kapsamında kaldığından, Adalet Bakanlığının bu bentle ilgili yasa yararına bozma isteğinin reddine, ancak suçun maddi unsurunun oluşmadığına ilişkin istek isabetli bulunduğundan, muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan sanık M. G. hakkında, Derinkuyu Sulh Ceza Mahkemesince verilen 26.3.2010 tarih ve 2009/197-2010/52 sayılı kararın, C.Y.Y.'nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına, hükümdeki hukuka aykırılık, sanığa verilen cezanın kaldırılmasını gerektirmekle, anılan yasa maddesinin 4-d fıkrası gereğince, sanığın, muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan beraatine, 01.06.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

6100 SAYILI HMK'DA YETKİ SÖZLEŞMESİ.....

BİLGİ NOTU :

6100 SAYILI HMK M.17 GEREĞİNCE

Yetki sözleşmesi
...
MADDE 17 - (1) Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır.

YANİ ARTIK TACİRLER YAHUT KAMU TÜZEL KİŞİLERİ HARİÇ TÜM İCRA TAKİPLERİNDE ÖZELLİKLE DE BONOLARDA YETKİLİ YERE ARTIK DİKKAT ETMEK GEREKECEKTİR.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN ADRES ARAŞTIRMASI İSTEMİNE TÜM MUHTARLAR VE KOLLUK KUVVETLERİ CEVAP VERMEK ZORUNDADIR.

(Yargıtay 12. HD
25.12.2008 tarih
2008/9459 E,
2008/23271 K.

İ.İ.K.’ nun 81. maddesinde zor kullanma hususunda bütün zabıta memurları icra müdürünün yazılı müracaatı üzerine kendisine muavenet ve emirlerini ifa etmekle mükelleftirler düzenlenmesine yer verildiğinden sözü edileni düzenlemeye göre İcra Müdürlerinin köylerde muhtarlar , diğer yerlerde bütün kolluk kuvvetlerine yazılı başvuruları üzerine adı geçenler ona yardımda bulunmak ve emirlerini yerine getirmekle mükelleftirler bu nedenle adres araştırması istemini de yeri getirmek zorundadırlar.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜ ALACAKLININ HACİZ TALEBİNİ YERİNE GETİRMEK ZORUNDADIR. HACEZDİLMEZLİK ŞİKAYETİ BORÇLUYA TANINAN BİR HAK OLDUĞUNDAN İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN BU KONUDA TAKDİR HAKKI YOKTUR.

T.C. YARGITAY

12.Hukuk Dairesi
Esas: 2008/12264
Karar: 2008/16275
Karar Tarihi: 25.09.2008

İcra müdürüne alacaklının haciz isteminin yerine getirilmesi konusunda, takdir yetkisi tanındığından söz edilemeyeceği gibi, başka alanlarda tanınmış takdir yetkisinin yorum yolu ile kapsamının genişletilmesi de hatalıdır. Gerek İİK'nun 79. maddesi, gerekse İİK'nun 85. maddesinin ifadesinden ortaya çıkan sonuç, icra müdürlüğüne, haciz uygulaması konusunda bir takdir yetkisi tanınmadığıdır. Borçlu haczi caiz olmayan bir malın haczine, malın haczi sırasında muvafakat verebileceği gibi, şikayet yoluna gitmeyerek, zımnen de rıza gösterebilir. 506 Sayılı Yasanın 121. maddesi uyarınca, bağlanan emekli maaşlarının haczi mümkün değil ise de bu husus haciz işleminden sonra, süresiz ve geriye etkili olarak, borçlu tarafından şikayet konusu yapılabileceğinden ve haczedilmezlik iddiası ancak borçluya tanınan bir hak olduğundan, icra müdürlüğünün alacaklının haciz talebinin reddine dair kararının iptali gerekmektedir (HGK'nun 31.03.2004 tarih 2004/12-202 E., 2004/196 K.).

Açıklanan nedenlerle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 25.09.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.

ASİL AVUKATLIK ÜCRETİNDEN FERAGAT EDEMEZ

YARGITAY 12. HD.
7.4.2003 T.
E: 337O,
K: 7525 sayılı ilamı

... Asilin - Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre- avukatına ait bulunan -karşı tarafa
yüklenmiş olan- avukatlık (vekalet) ücretinden Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinde
2.5.2001 tarihli 4667 sayılı Kanunun 77. maddesiyle yapılan değişiklik ile, feragat
edemeyeceği, dava sonundaki kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata ait olduğundan, asilin avukatına ait vekalet ücretinden feragati hüküm ifade etmez.

HUKUK İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN BİR GENELGE

BİLGİ NOTU :

Haciz sırasında borçlunun alacaklıya çek vermesi alacaklının da çeki kabul etmesi ancak ödenmeme ihtimaline binaen takibe devam etmeleri halinde vazgeçme harcının alınması söz konusu olamaz. (HİGM 18.10.1993 T ve 44396 sayılı genelgesi

BİR NEDENLE ÖDEME EMRİ İPTAL OLAN DOSYA BORÇLU YENİ ÖDEME EMRİNİN TEBLİĞİNDEN EVVEL BORCUNU ÖDERSE NE OLACAĞINA İLİŞKİN BİR KARAR


(Yargıtay 12. HD
30.01.1997 tarih ve
1997/456 Esas
1997/643 K

... Ödeme emrinin iptali üzerine borçlu yeni ödeme emrinin tebliğinden evvel borcunu icra
dosyasına öderse borçtan kurtulur bu halde HUMK 418/3 Maddesi gereğince borçlu icra
masraf ve harçlardan sorumlu tutulamaz.

ALACAKLI VEKİLİ TARAFINDAN HARİCEN TAHSİL EDİLEN PARALARIN İCRA DOSYALARINA BİLDİRİLMESİ GEREKTİĞİ AKSİ DURUMUN AVUKAT ALEYHİNE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU VE DİSİPLİN SORUŞTURMASINA NEDEN OLABİLECEĞİNE İLİŞKİN BARO DİSİPLİN KARARLARI.




T. 30.09.2005
E. 2005/222
K. 2005/310
* Haricen para tahsili ve tahsilatların icra dosyasına bildirilmemesi
(Av. K. m. 46, 140/3)

Şikayetli Avukat hakkında banka vekili sıfatıyla, kredi sözleşmesine dayalı olarak M.G. İnşaat Limited Şirketi ve yetkilisi Z.G. hakkında Ankara …. İcra Müdürlüğünün 2001/…. esas sayılı icra takibi nedeniyle, borçlu şirket ile arasında düzenlenen 04.10.2001 tarihli protokol gereğince kendisine verilen müşteri senetleri ödendiği ve alacağa mahsuben 21.01.2002 tarihinde 750.000.000.-TL.sı, 20.03.2002 tarihinde 2.850.000.000.-TL.sı, 31.07.2002 tarihinde 240.000.000.-TL.sı, 22.10.2002 tarihinde 1.200.000.000.-TL.sı haricen tahsil ettiği halde, harici tahsilatları dosyaya bildirmeyerek ve vekili olduğu bankaya zamanında intikal ettirmeyerek, müştekinin fazladan temerrüt faizi ödemesine sebebiyet verdiği, daha sonra bankayla yapılan görüşmede kendisine 3.000.000.000.-TL.fazla ödeme yapıldığının anlaşılması üzerine borçlu şirkete bu miktarda senet verdiği, ancak bedelini ödemediği iddiası ile başlatılan disiplin kovuşturması sonucunda, Baro Disiplin Kurulunca eylem sabit görülmüş ve disiplin cezası tayin edilmiştir.

Şikayetli Avukat savunmalarında, tahsil olunan paralar için Şikayetçinin makbuz istemediğini, yanında çalışan elemanının iyiniyetli olarak vermiş olduğu makbuzun kendisinin bilgisi dışında tanzim edilmiş olduğunu, 17.01.2003 tarihinde Şikayetçi ile aralarında düzenlenen protokolün kendisi tarafından imzalandığını ve bu protokolde borcun kalmadığının belirtildiği, disiplin kovuşturmasına konu olay nedeni ile açılan kamu davasında beraat etmiş olduğunu bildirmiştir.

Dosya içindeki bilgi ve belgelerden, Şikayetli Avukatın, Şikayetçinin yetkilisi olduğu şirket aleyhinde Ankara …İcra Müdürlüğünün 2001/…. esasında kayıtlı olarak icra takibi başlattığı, takibin devamı sırasında, çeşitli tarihlerde Şikayetçiden haricen para tahsil ettiği ve bu tahsilatları icra dosyasına bildirmediği, icra dosyasına mahsuben ve haricen yapılan tahsilatlar için Şikayetli Avukatın sekreteri tarafından makbuz tanzim edilip, borçluya verildiği anlaşılmıştır.

Şikayetli Avukat hakkında, Disiplin kovuşturmasına konu olan eylemleri sebebiyle Ankara ….Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/… esasında kayıtlı olarak ve Görevi kötüye kullanmak suçundan dolayı açılan kamu davasında ..mahkumiyete yeter ve inandırıcı ve kesin kanıt bulunmaması.. sebebiyle beraat kararı verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Avukatlık Yasasının 140/3.maddesine göre Eylemin işlenmemiş veya sanığı tarafından yapılmamış olması sebebiyle beraat hali müstesna, beraatle sonuçlanmış bir ceza davasının konusuna göre eylemlerden dolayı disiplin kovuşturması, o eylemin ceza kanunları hükümlerinden ayrı olarak başlı başına disiplin kovuşturmasını gerektirir mahiyette olmasına bağlıdır.

Şikayetli Avukatın, icra dosyasına mahsuben ve haricen yaptığı tahsilatları icra dosyasına bildirmemesi sebebiyle ihtilafın doğmasına sebebiyet vermesi, Avukatlık Yasasının 46. maddesi uyarınca eylemlerinden sorumlu olduğu sekreterinin borca mahsuben yapılan tahsilatlar ile ilgili makbuz vermesini bilgisi dışında verildiğine dair itirazda bulunması, icra dosyasının borçlusu olan Şikayetçi ile olan ilişkisinin avukatlık mesleğinin gerektirdiği özen, saygı ve güvene uygun olmaması sebebiyle, Şikayetlinin eylemi disiplin suçunu oluşturmaktadır.

Bu nedenle, Baro Disiplin Kurulunca yapılan hukuki değerlendirmede hukuki isabetsizlik görülmemiş ve kararın onanması gerekmiştir.

Sonuç olarak, itirazın reddi ile, Ankara Barosu Disiplin Kurulunun Şikayetli Avukat hakkında Kınama cezası verilmesine ilişkin kararının onanmasına, oybirliği ile karar verildi.





 T. 24.12.2005
E. 2005/342
K. 2005/436
* Haricen yapılan tahsilatın icra dosyasına bildirilmemesi
* Özen yükümlülüğüne aykırılık
* Doğruluk karinesi
(Av. K. m. 34; TBB Meslek Kuralları m. 4)

Şikayetli avukat hakkında, “İstanbul (12). İcra Müdürlüğü’nün 2001/…. esas nolu dosyasında haricen yapılan tahsilatı icra dosyasına bildirmeyerek takibe devam ettiği, İstanbul (7). Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2002/…. esas sayılı dosyasında karşılıksız çek keşide etmek suçundan yargılanan şikayetçinin mahkumiyetine sebebiyet verdiği” iddiasıyla açılan disiplin kovuşturması sonucu, eylem sabit görülerek disiplin cezası tayin edilmiştir.

Şikayetli, şikayetçi borçlu hakkında İstanbul (12). İcra Müdürlüğü’nün 2001/…. esas sayılı dosyasından 27.11.2001 tarihinde 1.600.000.000 TL ana alacak olmak üzere, ceman 1.870.000.000 TL’lik takip başlattığını, takibin 29.11.2001 tarihinde kesinleştiğini, 30.04.2002 tarihinde 1.340.000.000 TL’lik haciz yapılıp yediemin olarak borçluya teslim edildiğini, 16.08.2002 tarihinde yeniden haciz yapılıp 1.495.000.000 TL’lik menkulün yediemine teslim edildiğini, 01.11.1002 tarihinde 2.000.000.000 TL’lik ek haciz yapılıp menkullerin borçluya yediemin olarak teslim edildiğini ve borçlu ile büro avukatlarından Av. Alev’in anlaşarak 500.000.000 TL peşin, bakiyesinin 10’ar günlük aralarla ödeme yapması gerekirken, 1’er ay ara ile 02.12.2002’de 500.000.000, 23.12.2002’de 500.000.000, 31.12.2002’de 500.000.000 ve 18.02.2003’de 250.000.000 TL olmak üzere toplam 2.350.000.000 TL aldıklarını, Borçlar Yasası’nın 84. maddesi uyarınca borçlunun yaptığı ödemelerden ferilerini mahsup edip takibe devam ettiklerini, 6.500.000.000 TL’ye ulaşan borç sebebiyle 03.03.2003 tarihli haciz talimatında alacak miktarını 4.843.000.000 TL olarak bildirdiklerini, karşılıksız çek ile ilgili davada alacağı tamamen tahsil edemediklerinden mahkumiyet kararı çıkmış olduğunu belirtmiş, suçsuz olduğunu savunmuştur.

İncelenen dosya kapsamından 30.04.2002 tarihli haciz tutanağında borcun 2.900.000.000 TL ve 03.03.2003 tarihli tutanakta 4.843.000.000 TL olarak bildirilmiş olması karşısında, en son 18.02.2003 tarihine kadar yapılan 2.350.000.000 TL tahsilatın dosyaya bildirilmediği açıktır. Kaldı ki, takip dayanağı çeke reeskont faiz talep edilmiş ve 03.03.2003 tarihine kadar hiç bir tahsilat yapılmamış olması halinde dahi, dosya alacağının 3.800.000.000 TL civarında olacağı tartışmasızdır.

Avukatlık Yasası m. 34, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdür.”

Alacağa mahsuben haricen yapılan kısmi tahsilattan kalan borcun borçlu tarafından ödenmemesi üzerine, icra takibine kalan yerden devam edilmesi halinde, dosyadaki hesabın doğru yapılabilmesi, borçlunun sorumlu tutulacağı kalan borç miktarının uygun biçimde belirlenmesi, borçlunun gereğinden fazla harç ve faiz ödememesi, borca yeter haciz yapılabilmesi için, kısmi tahsilatın hangi tarihte yapıldığının ve kalan miktarının ne olduğunun dosyaya bildirilmesi gerekir.

Avukatlık, “doğruluk karinesi”nden yararlanan mesleklerdendir. Kişilerin bu mesleğin mensuplarına inançları asıldır. Bu nedenle, avukatların, kolektif inanca ters düşecek ve bu inancı sarsacak davranışlardan dikkatle kaçınmaları gerekir.

Avukat bir hukuk adamıdır, ayrıca yargı erkinin de bir öğesidir. Yaptığı hizmet kamu hizmetidir. İşini sürdürürken dürüst, açık, kendisine duyulan güvene layık olmalıdır.

Avukat, taşıdığı unvanın ve mesleğe güvenin gereği olarak, haricen yapılan tahsilatı dosyaya bildirmek ve borçluyu yasal yükümlülüklerinin dışında onu rahatsız edecek davranışlardan özenle kaçınmak zorundadır.

Bu sebeplerle haricen yapılan tahsilat icra dosyasına geciktirilmeksizin bildirilmeli ve bakiye borç kalmış ise o miktar üzerinden hacze devam edilmelidir.

Şikayetli avukatın haricen yaptığı tahsilatı icra dosyasına bildirmeyerek, dosyadaki alacak miktarının tamamı üzerinden haciz işlemine devam etmiş olmasından ibaret eylemi Avukatlık Yasası’nın 34., TBB Meslek Kuralları’nın 4. maddeleri hükmü uyarınca “özen” ve “doğruluk” ilkesine aykırı olması sebebiyle eylem disiplin suçu oluşturduğundan, Baro Disiplin Kurulu’nca yapılan hukuksal değerlendirme isabetli bulunmuş ve kararın onanması gerekmiştir.

Sonuç olarak, şikayetli avukatın itirazının reddine, İstanbul Barosu Disiplin Kurulu’nun “kınama cezası” verilmesine ilişkin kararının onanmasına oybirliği ile karar verildi.

EMEKLİ İCRA MEMURU SAYIN İBRAHİM BANLI'DAN İCRACILARI ANLATAN GÜZEL BİR YAZI

(İcra öyküsü) - İCRA MEMURU

İbrahim Banlı - Emekli İcra İnfaz Memuru
Kral olabilir, Bey olabilir ama asıl korkulacak kişi;
İCRA MEMURU’DUR.
(Sümer Atasözü)

Sümerli! Bu sözleri söylerken, belli ki İcra Memuru’nun;
“- Soğuk havalarda, küçük bir yavrunun üzerinde yuvarlandığı halıyı altından çekip almak;
— Tüm ailenin eğlencesi olan televizyonu evdekilerin ağlayan yaşlı gözlerine aldırmadan alıp götürmek;
—İçerisinde bozulabilir yiyecekleri ve özellikle yeni doğmuş bebek mamasını barındıran o buzdolabını, evdekilerin tüm sızlanma ve yalvarmalara aldırmadan alıp götürmek;
—Belki de, en mutlu günlerde alınmış nadide mücevherlerin kutsallığına aldırmadan gasp eder gibi alıp gitmek;
— Gerektiğinde de ‘altın damağı’ bile söküp almak;
—Köyünde iki ineği ile geçimini sağlamaya çalışan biçere köylünün elinden bu inekleri çekip almak;
—O emektar çiftçinin büyük emeklerle yetiştirdiği mahsullerini ve hatta tarım aletlerini elinden almak;
—Ve belki de borçlunun yaşam boyu içerisinde yaşadığı güzelim evini satıp içerisinden çıkarıp kovmak” gibi son derece zor ve ağır bir görevi üstlendiğini aklına getirmemişsin!
Ama bilmeni isterdim ki Sümerli; bütün bu işleri yapan kişinin Tanrının yarattığı duygulu, yürekli ve hassas bir insan olduğunu; hatta onun da, mutlu bir yuvasının olabileceğini ve bu yuvada halılar üzerinde oynaşıp televizyon izleyen yavrularının olabileceğini…
Her sabah işe giderken onu öpücüklerle uğurlayan eşi ile yavrularını, akşam dönüşünde tanıyamaz hale geldiğini; tüm enerjisinin akşama kadar yavaş yavaş eriyen bir mum gibi sönüp bittiğini; gün içinde yaşadığı acı olaylar, kulaklarında çınlayan feryat ve ağıtlar, bir kâbusa dönüşüp bütün gece uykularını kaçırdığını…
O ‘korkulacak’ dediğin kişi hakkında kesin yorum yapmadan önce keşke onu yakından görmeyi, onu tanıyıp hiç değilse onunla bir an bile yaşamayı deneseydin be Sümerli!
Sen hiç, İcra Memuru’nun; ‘kasaba etini verirken koyuna da canını verme’ çabasına girdiğini…
İncir ağacından düşüp kolunu kıran bir yavruyu ‘incir ağacından düşmüş bir doktor’ gibi tedavi etme gayretine girdiğini…
Görevi sırasında ‘şehit olma’ tehlikesini aklına bile getirmeden görevini en iyi şekilde yapmanın gayreti içine girdiğini bilir misin Sümerli?
Ah be Sümerli! Bir de şunu bileydin!
Haciz görevim sırasında kulağımın duymaya alıştığı ‘ah’lar, vah’lar, ağıtlar, feryatlar’ sanki bana bir arabesk müziği; gözlerimin gördüğü ‘yalvarmalar, yakarmalar, kavgalar, dayaklar ve de pınar gibi yaş akıtan gözler’ de seyredebileceğim en acı trajedi film gibi gelmeye başladığını…
Daha önceleri şiir yazarken ilhamıma gelen ‘aşk, sevgi, ayrılık’ gibi duygu dolu sözcükler yerine, şimdi ‘buzdolabı, televizyon, halı, koltuk takımı’ gibi sözcükler geldiğini; geç saatlerde sazım ile baş başa kalıp yanık yanık çalıp okuduğum türkü sözlerini şaşırıp, haciz sırasındaki borçlunun ahlarını, vahlarını hatırlayarak gerçek türkü sözleri yerine ‘Tükendi ahtı ömrüm… Cepte sermayem mendilim kaldı,’ ‘Karadır bu bahtım kara. Gitti kumarda tüm para… Evimi silip süpürdüler… Ellere oldum maskara.. Eyvah eyvah..
Kendim ettim, kendim buldum, eyvah eyvah..’ Dahası da var; “Karım beni terk edecek. Kahrımdan öldürecek. Gâvur kadın da giderse; rakı paramı kim ödeyecek.” gibi sözleri yakıştırmaya başladığımı.
İşte böyle Sümerli!
Öyle an gelir ki biricik eşinin yüzünü bile fark edemezsin. Doğum gününü, sevgililer gününü, evlilik yıldönümünü unutursun da hatırlayınca iş işten geçmiş olur.
Hep ben söyledim söyleyeceklerimi, icracılığın önemini, hassasiyetini ve zorluğunu.
Ah! Senin de bir şeyler söylemeni isterdim Sümerli! Tabii ki bu imkânsız. Bir şeyler söyleyebilseydin sanki bana: “Memur efendi! Mesleğinizin
zorluğundan bu kadar şikâyetçiyseniz, istifa edip kendinize bir başka meslek seçseydiniz!” diyecekmişsiniz gibi geliyor.
Ama bunu da denemediğimi söyleyemem. Buna tam karar vermiştim ki, çok saygı duyduğum hâkimimin bana anlattığı bir hikâye ve ettiği nasihat beni bu kararımdan caydırmaya yetti.
Meslek hayatıma yeni başlamıştım.
Yaşama gücümü doğa, müzik, şiir, resim ve hikâyeden alan ben; İcra Dairesinde her gün yaşadığım ilginç acı olaylardan psikolojik olarak çok etkilenip zamanla hassas duygularımın yok olabileceğini düşünerek ‘yol yakınken’ istifa etmeye karar vermiştim.
İstifa dilekçemi yazarak yetkili hâkimime sundum.
Masaya yığılmış dosyaları incelemekte olan hâkim, dilekçeme göz attıktan sonra gözlüğünü çıkarıp koltuğuna yaslandı. Nedenini sorup öğrendikten sonra beni karşısına alıp:
— Yavrum! Görevimiz zordur ama son derece ulvi ve şereflidir. Memuriyete yani başlamış senin gibi bir delikanlının bu zorlukları rahatlıkla yenerek görevini en iyi şekilde yapacağına inanıyorum. Doğru olduğunu bildiğin işleri korkmadan yap, yaparken de sakın üzülme! Gördüklerini, duyduklarını kafana takma. Bak sana kısa bir hikâye anlatayım da kararını sonra ver.
Hâkimin anlatmaya başladığı hikâyeyi dikkatle dinlemeye başlamıştım.
“Bir zamanlar şirin bir köyde Ali ile Ahmet adlarında son derece yakışıklı iki genç yaşarmış. Günün birinde kavgaya tutuşan bu iki gençten Ali, elindeki bıçağı Ahmet’in göğsüne saplayarak Ahmet’in ölümüne sebep olmuş.
Yakalanıp yargılanan Ali, idama mahkûm edilmiş. İnfaz günü gelmekle idam sehpası kurulmuş. Bu merasimi izlemek üzere tarafların yakınları da gelmişlerdi.
İnfaz anı da yaklaşmıştı. Biraz sonra savcı, cellât ve jandarma refakatinde suçlu Ali geldi. Herkes yerini aldıktan sonra Ali, idam sehpasının altına alınıp, burada bulunan tabure üzerine çıkarak boynuna ip geçirildi.
Savcı, elindeki kararı yüksek sesle okuduktan sonra yanında duran cellâda, suçlu Ali’yi işaret ederek ‘Ali’nin altındaki tabureyi çek’ talimatını verdi. .
Seyirciler bu olanları nefeslerini tutarak izliyorlardı.
İnfaz talimatını alan cellât yavaşça Ali’nin yanına yaklaştı. Tabureyi çekmek üzere yavaşça eğildi. Bu sırada gözleri bir an o genç, yakışıklı ve ‘dam’ gibi görülen Ali’ye ilişti. Birden irkilip geri çekilmeye başladı. Gözlerini Ali’ye dikmiş büyük bir hayretle seyrediyordu. Belli ki Ali’ye kıyamıyordu. Ayaklarının onu geri çekerek savcının yanına getirdiğinden haberi olmamıştı.
Savcının ikinci ve sert talimatıyla kendine gelen cellât tekrar yavaşça
Ali’ye yaklaştı. Bu defa daha dikkatli baktığı suçlu Ali’nin güçlü ve alımlı fiziği karşısında yine donakalmıştı. Gözü Ali’nin gözleriyle bir müddet odaklaşan Cellât ürkerek tekrar geri adım atmaya başlayınca aniden umulmadık bir şey oldu.
Kalabalığın arasında bulunan maktul Ahmet’in annesi kalabalığı yararak bir hışımla koşup cellâdın yanına gelerek kolundan tutup kenara savurdu ve yüksek sesle haykırmaya başladı:
“Çekil be adam çekil! Belli ki bu işi beceremeyeceksin! Şu öldürmeye kıyamadığın insanın, fidanı gibi oğlumu gözünü kırpmadan öldüren bir canavar olduğunu bilmediğin nasıl da anlaşılıyor! İşte ben, bu öldürülenin anasıyım! İçim yanıyor içim! Şöyle çekil de o biricik yavrumun canına kıyan caninin altındaki sehpayı ben çekeyim de içimdeki evlat acısını biraz olsun dindireyim!” deyip sehpayı çekivermiş.
İşte, hikâye böyle oğlum. Hâlâ dilekçeni vermekte kararlı mısın?
Dikkatle dinlediğim hikâye beni çok etkilemişti. Yavaşça ayağa kalkarak masa üzerinde duran dilekçemi alıp sessizce hâkimin odasından ayrıldım.
Bu hikâyeye iyi kulak verdiysen, şimdi bir çift laf da sen söyle Sümerli!
Adaletin simgesi olan o ‘Terazi’ kefelerinin birisi aşağıda, diğeri yukarıda mı kalmalıydı?
Belli ki, adaletin verdiği her kararın, ‘kişinin bir diğer kişiye yaptığı haksızlığa karşı verilmesi gereken ceza’ olduğunu; bu cezanın de mutlaka birisi tarafından sahibine verilmesi gerektiğini; bu görevin de İcra Memuru’na ait olduğunu” aklına getirememişsin!

İbrahim Banlı
Emekli İcra İnfaz Memuru

www.icrada.net internet sitesinden

TİCARETİ TERK SUÇU OLUŞABİLMESİ İÇİN GEREKEN ŞARTLARA İLİŞKİN BİR KISIM KARARLAR


YARGITAY
16. HD.
3.11.2008 T.

E:6514, K:6932
...
"Ticareti terk etmek" suçunun oluştuğunun kabul edilebilmesi için, 'sanığın yetkilisi olduğu şirketin gerçekten ticareti terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yapılması' ve 'vergi dairesinden de ayrıca şirketin durumunun sorulması' gerektiği–

I- Borçlu şirket hakkında 16.10.2005 tarihinde başlatılan icra takip hukukuna ilişkin bir kısım işlemler yapılmasına karşın, borçlunun ticaret sicilinde kayıtlı olduğu adresinde haciz işlemi yapılmamıştır. Bir başka anlatımla borçlunun ticareti terk edip etmediği belirlenmemiştir. Bu durumda yargılamaya devamla fiili durumun araştırılarak sanığın yöneticiliğini yaptığı şirketin ticareti gerçekten terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılarak ve kayıtlı olduğu vergi dairesi müdürlüğünden mükellefliğinin devam edip etmediği sorularak, sonucuna göre şikayetin süresinde yapılıp yapılmadığı sonucuna varılması halinde ise sanığın hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde İİK'nın 347. maddesi gereğince şikayet hakkının düşürülmesine karar verilmesi isabetsiz olup, temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle hükmün istem gibi BOZULMASINA...



YARGITAY 16. HD.
6.3.2007 T.

E:80, K:580

... III- "Dosya içerisine celbedilen ticaret sicili memurluğu yazısından borçlu sanığın yetkilisi olduğu şirketin resmi olarak ticareti terk etmediği, ancak sanığa ait işyerinde yapılan hacizde ise borçlu şirketin bu adresten taşındığı" anlaşılmıştır. Sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için İİK'nun 44. maddesinde belirtilen şartların yerine getirilmemesi gerekmektedir. Borçlu sanığın yetkilisi olduğu şirketin ticareti terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yapılmadan ve ayrıca vergi dairesinden de sorulmadan, eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi,

Kabule göre de; Anayasa'nın 141. CMK'nun 34, 230 ve 289/I-2 maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde açık olması ve Yargıtay'ın bu işlevini yerine getirmesi için kararın dayandığı tüm kanıtların, bu kanıtlara göre mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmelerin, sanığın eyleminin ve suçun ne olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması gerekirken bu ilkelere uyulmadan gerekçeden yoksun olarak hüküm kurulması yasaya aykırı olduğundan hükmün istem gibi BOZULMASINA...
 
YARGITAY 16. HD.
18.3.2008 T.
E:8471, K:1656

II- ...Sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için İİK'nın 44. maddesinde belirtildiği üzere; ticareti terk eden tacirin 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmemesi gerekmektedir. Fiili durumun saptanabilmesi için, şirketin gerçekten ticareti terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılarak ve vergi dairesi müdürlüğünden gerekli bilgiler sorularak, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik inceleme ile sanığın beraatine karar verilmesi isabetsizdir.
 
 
YARGITAY
16. HD.
6.3.2007 T. E:283, K:575

IV- Dosya içerisine celbedilen ticaret sicili memurluğu yazısından borçlu sanığın yetkilisi olduğu şirketin resmi olarak ticareti terk etmediği, ancak sanığa ait işyerinde yapılan hacizde ise borçlu şirketin bu adresten taşındığı anlaşılmıştır. Sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için İİK'nun 44. maddesinde belirtilen şartların yerine getirilmemesi gerekmektedir. Borçlu sanığın yetkilisi olduğu şirketin ticareti terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yapılması ve ayrıca vergi dairesinden de sorularak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik icneleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

Bu nedenle hükmün 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE...
 
 
YARGITAY
16. HD. 5.6.2007 T.
E:1395, K:2170

"Şirketin başka adreste faaliyetini sürdürüp sürdürmediği" zabıta marifetiyle etraflıca araştırılmadan, Ticaret Sicili Memurluğu'nun 'şirketin faal durumda olduğu'nu belirten yazısı ile yetinilip sanıklar hakkında 'ticareti terk suçu'ndan dolayı beraat kararı verilemeyeceği–

Ümraniye Vergi Dairesi Müdürlüğünün 25.7.2006 tarihli yazısı ile mükellefin belirtilen adreste bulunmadığının bildirilmesi karşısında, sanıkların yetkilisi olduğu A. Dış Ticaret Ltd. Şti'nin bir başka adreste ticari faaliyetini sürdürüp sürdürmediği zabıta marifetiyle etraflıca araştırılmadan Ticaret Sicili Memurluğu'nun "şirketin faal durumda olduğu" şeklindeki yazıları ile yetinilerek, eksik incelemeyle yazılı biçimde beraat kararı verilmesi, bozmayı gerektirmiş, temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 5.6.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.

SADECE KİRA KONTRATININ SAHTE OLDUĞU İDDİASI İMZA İNKARI SAYILMAZ

YARGITAY
6. HD. 15.2.2007 T.
E:12679, K:1350

Borçlu kiracının "kira sözleşmesinin sahte olduğu"nu ileri sürmesinin "imza inkarı" olarak kabul edilemeyeceği
...
Davacı alacaklı tarafından, davalı borçlu aleyhine başlatılan icra takibine, davalı borçlunun itirazı üzerine davacı alacaklı vekili icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve tahliye isteminde bulunmuş, yargılama sırasında tahliye isteminden feragat etmiş, alacakla ilgili olarak mahkemece istemin reddine karar verilmiş kararı davacı alacaklı vekili temyiz etmiştir.

Borçlu davalının, "kira sözleşmesinin sahte olduğu" yolunda itirazda bulunması, imzanın inkar edildiği şeklinde kabul edilemez. İİK.nun 269/2. maddesine göre imzanın borçlu tarafından açıkça inkar edilmiş olması gerekir. Borçlu açıkça ve kesin olarak imza inkarında bulunmadığından, mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

(OSKAY, M./KOÇAK, C./DEYNEKLİ, A./DOĞAN, A. age. s:5524)

TAŞINMAZA İLİŞKİN İSTİHKAK DAVALARI HACZİN ÖĞRENİLMESİNDEN İTİBAREN 7 GÜN İÇİNDE AÇILMALIDIR

YARGITAY 21. HD.
9.12.1997 T.
E: 7927, K: 8132

Taşınmaza ilişkin istihkak davasının, haczin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde açılabileceği–
...
I- Uyuşmazlık 3. şahsın istihkak davasına ilişkin olup, davacı, davalı banka tarafından yapılan takip dosyasında taşınmaz üzerine konulan haczin kaldırılmasını istemiştir.

İİK. 97/6-9 maddesi uyarınca, istihkak davasının haczin öğrenildiği tarihten itibaren 7 gün içinde açılması gerekir. Davacı 6.5.1995 tarihinde, davalı bankanın da dahil olduğu ve dava konusu taşınmaz üzerine haciz koyduran bir kısım alacaklılar aleyhine haczin kaldırılması davası açtığına göre, bu tarihten itibaren işleyecek süreyi aşarak 9.8.1996 tarihinde açılan istihkak davasının süre yönünden reddi yerine yazılı şekilde kabulü usul ve yasaya aykırıdır.

İSTİHKAK DAVASI AÇMASINA YÖNELİK ALACAKLIYA SÜRE VEREN KARARIN ŞİKAYETİNE İLİŞKİN KARARLAR TEMYİZE TABİDİR.

YARGITAY
12. HD. 4.5.2004 T.
E: 7122, K: 11125

İcra müdürlüğünce «İİK. 99/a göre istihkak davası açmak üzere alacaklıya süre verilmesi» kararına yönelik şikayet hakkında icra mahkemesi tarafından verilen kararın -İİK. 363/6 uyarınca- temyizinin mümkün olduğu—

Haczedilen menkul malın, üzerinde mülkiyet iddia eden 3. kişinin elinde bulunduğu belirtilerek icra müdürlüğünce, İİK’nun 99. maddesine göre istihkak davası açmak üzere alacaklıya mehil verilmesinden sonra, bu işlemin şikayeti nedeniyle icra mahkemesince verilen kararın İİK’nun 363/6. maddesi gereğince temyizi kâbildir. Bu nedenlerle Gaziantep 2. İcra Mahkemesinin temyiz isteminin reddine ilişkin 12.03.2004 tarih ve 2004/5-3 sayılı kararının kaldırılmasına oybirliği ile karar verildi.

TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇUNUN YARGILAMASINI YAPAN MAHKEME BORÇLUNUN HAKLI BİR NEDENLE ÖDEME YAPAMADIĞINI ARAŞTIRMAK ZORUNDA DEĞİLDİR.

T.C. YARGITAY
16.Hukuk Dairesi

Esas: 2010/436
Karar: 2010/1602
Karar Tarihi: 01.03.2010

ÖZET: Tazyik hapsinde amaç yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamaktır. Borçlu, ödeyebileceği bir borç için taahhütte bulunmalıdır. Borçlu tarafından borcun makbul sebep sebebiyle yerine getirilemediği ileri sürülmediğine göre, mahkemeden resen bu konunun araştırılması da beklenmemelidir. İtirazın reddi gerekir.
(2004 S. K. m. 340) (5271 S. K. m. 271, 309) (2709 S. K. m. 2, 10, 11, 13, 38) (ANY. MAH. 28.02.2008 T. 2006/96 E. 2008/65 K.)

Dava: Ödeme şartını ihlal eyleminden borçlu H. P.'ın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Ödemiş İcra Mahkemesinin 17.04.2009 günlü ve 2008/3170 esas, 2009/967 s. kararına karşı yapılan itirazın kabulü ile anılan kararın kaldırılmasına, müteakip işlemlerin mahkemesince yapılmasına ait Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinin 17/06/2009 günlü ve 2009/477 değişik iş s. kararını kapsayan dosya incelendi.

Tebliğname ile;

Ödemiş İcra Müdürlüğünün 2008/1131 sayılı takip dosyasında icra dairesinde 10/11/2008 gününde düzenlenen talep ve taahhütname tutağında belirlenen taahhüdün alacaklı vekili tarafından da kabul edildiği, ancak borçlunun ihlâlde bulunduğu, geçerli bir taahhüt söz konusu olduğu gözetilerek itirazın reddi yerine kabulü ile yazılı biçimde karar verilmesinde,

Ödemiş İcra Ceza Mahkemesi’nce verilmiş bulunan karara karşı yapılan itirazın kabul edilmiş olması karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 271/2. maddesi hükmü gereğince, itirazın konusu hakkında da bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yazılı biçimde hüküm kurulmasında isabet görülmemekle anılan kararın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 15/12/2009 tarih ve B.03.0.CIG.0.00.00.04-105-35-8324-2009/14425/70774 s. yasa yararına bozma istemine atfen Yargıtay C. Başsavcılığının K.Y.B. 2009/296882 s. tebliğnamesiyle talep edilmiş olmakla, gereği görüşüldü:

Karar: Borçlu aleyhine Ödemiş 2. İcra Müdürlüğü’nün 2008/1131 esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibinde 1.11.2008 gününde düzenlenen tutanakta borcun tamamını 15.12.2008 gününde ödemeyi taahhüt ettiği, belirlenen tarihte borcu ödememesi sebebiyle şikayetçi vekili tarafından 24.12.2008 havale günlü dilekçe ile İİK’nun 340. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle şikayette bulunulduğu, Ödemiş İcra Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 17.4.2009 tarih, 2008/3170 esas ve 2009/967 s. kararla borçlunun üç aya kadar tazyik hapsi cezası ile cezalandırılmasına dair kararın sanığın itirazı üzerine mercii Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi’nce <.....ödeme gücü olduğu durumda borcu yerine getirmeyen ve taahhüdü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur. Taahhüdü yerine getirememe nedeni, düzenlenen ödeme taahhüdüne göre belirlenememiştir. Sanığın, kararlaştırılan taahhüdü ne yaparak yerine getireceğine ve geçim kaynağına ait taahhütte bulunma gerekçesi düzenlenen tutanakta belirtilmemiştir. Anayasa'nın 38. maddesinin 8. fıkrası gereği sanığın taahhüdü yerine getirmeme amacının ve borcu ödeme gücünün icra dosyasında araştırılması gerekmiştir.....> gerekçesi ile itirazın kabulüne, icra mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve müteakip işlemlerin mahkemesince yapılmasına karar verilmiştir.

Borçluya isnat edilen eylem 2004 sayılı İİK’nun 340. maddesinde, <111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikayeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez.> biçiminde düzenlenmiştir. Maddede <makbul bir sebep olmaksızın> ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte olup, postaya tarihinden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmelidir.

Anayasa'ya 3.10.2001 tarih ve 4709/15 sayılı Kanunla eklenen <Hiç kimse sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz> hükmünün de olayımızda geçerliliği bulunmamaktadır. Zira 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 5358 sayılı Kanun ile değiştirilen 340. maddesinin Anayasa'nın 2, 10, 11, 13 ve 38. maddelerine aykırılığı iddiasıyla itiraz yoluyla yapılan başvuru hakkında Anayasa Mahkemesi’nin 10 Nisan 2008 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 28.2.2008 tarih 2006/96 Esas, 2008/65 Kararı ile özetle, <...itiraz konusu kuralda düzenlenen yaptırım Anayasa'nın 38. maddesinin sekizinci fıkrasında sözü edilen doğrudan sözleşme yükümlülüğünün yerine getirilememesi olmayıp, kanunla getirilen ve kamu otoritesince yürütülen cebri icranın etkinliğini sağlama amacını taşıdığı...> gerekçesiyle bu kural Anayasa'nın 38. maddesinin sekizinci fıkrasına aykırı bulunmamış ve itirazı reddetmiştir.

Tazyik hapsinde amaç yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamaktır. Borçlu, ödeyebileceği bir borç için taahhütte bulunmalıdır. Borçlu tarafından borcun makbul sebep sebebiyle yerine getirilemediği ileri sürülmediğine göre, mahkemeden re'sen bu konunun araştırılması da beklenmemelidir. Hal böyle olunca itirazın reddi yerine, yazılı biçimde karar verilmesi isabetsizdir.

Bozma kararının niteliği karşısında tebliğnamedeki sair bozma nedenini tartışmakta hukuki yarar görülmemiştir.

Sonuç: Açıklanan sebeplerle Yargıtay C. Başsavcılığının yasa yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17.6.2009 gün ve 2009/477 D.İş sayılı kararının 5271 sayılı CMK'nun 309/4-c maddesi uyarınca aleyhe tesir etmeyecek biçimde BOZULMASINA, <yargılamanın yenilenmesi yasağı> sebebiyle bozma kararı doğrultusunda yeniden karar verilmesinin gerekmediğine, 01.03.2010 tarihinde karar verildi.

İCRA SUÇLARININ YARGILANMASINDA CMK VE TCK'DAKİ USULLER DEĞİL İCRA YASASININ BELİRLEDİĞİ USULLER UYGULANIR

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2009/16-154
Karar: 2009/282
Karar Tarihi: 08.12.2009

ÖZET: Somut olayda İİY'nin 331. maddesi uyarınca açılan bu davada 5271 sayılı CYY kurallarının değil, İcra ve İflas Yasası'nın 349. maddesindeki usul kurallarının uygulanması gerekeceğinden, anılan maddenin 2. fıkrasındaki, <iki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeye mecburdurlar> hükmü ile 6. fıkrasındaki, <şikayetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikayet hakkı düşer> biçimindeki düzenleme karşısında, müşteki vekilinin 12.05.2006 tarihli oturuma herhangi bir mazeret bildirmeden katılmamasından dolayı yerel mahkemece müştekinin şikayet hakkının düşmesine karar verilmesi gerekir.

(2004 S. K. m. 89, 331, 332, 333, 334, 335, 336, 337, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 345, 346, 347, 348, 349) (765 S. K. m. 59, 522) (5252 S. K. m. 7, 9) (5271 S. K. m. 158, 170) (647 S. K. m. 4) (5320 S. K. m. 8) (1412 S. K. m. 322) (AİHS. m. 6)

Dava: Müşteki vekilinin şikayeti üzerine Manisa C. Başsavcılığı'nca açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda sanığın, 2004 sayılı İİY'nin 331/1, 765 sayılı TCY'nin 522 ve 59. maddeleri uyarınca 2 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, İzmir Onuncu İcra Ceza Mahkemesi'nce verilen 26.03.2007 gün ve 2569-833 sayılı hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay Onaltıncı Hukuk Dairesi'nce 13.05.2008 gün ve 1408-3416 sayı ile;

Karar: <Sanığa isnat edilen suç, 2004 sayılı İİK'nın 331. maddesinde düzenlenmiş olup, aynı maddenin 6. fıkrasında <bu suçlar alacaklının şikayeti üzerine takip olunur> yine anılan Kanun'un 349. maddesinde muhakeme usulüne yer verilmiş olup, 5358 sayılı Yasa ile 349. maddede değişiklik yapılmadığından, buna göre şikayetin dilekçe ile veya şifahi beyanla İcra Mahkemesine yapılacağı, öte yandan 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle değişik 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 346. maddesinin son fıkrasına göre de <Bu bapta yer alan suçlarla ilgili davalara İcra Mahkemesinde bakılır> hükümleri karşısında, bu usulün sanığın eylemi hakkında da geçerli olduğu gözetilmeksizin, 07.02.2006 tarihli celseye katılıp, duruşmanın 12.05.2006 tarihine bırakıldığından haberi olan müşteki vekilinin 12.05.2006 tarihli celseye katılmadığı gibi, mazeret dilekçesi de vermediğinden, açılan davada müştekinin şikayet hakkının İİK'nın 349/5. maddesi gereğince düşürülmesi yerine, sanığın cezalandırılmasına karar verilmesi,

Kabule göre de;

5252 sayılı TCK'nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 9/3. maddesinde yer alan <lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir> hükmü karşısında, suç tarihinde yürürlükte olan Kanun ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kanun'un ilgili bütün hükümleri olaya uygulanıp, leh ve aleyhteki hükümleri ayrı ayrı ele alınarak, ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması, cezanın bireyselleştirilmesine ilişkin hükümlerin de kararın gerekçe bölümünde tartışılıp sonucuna göre lehe yasanın belirlenmesi gerekirken, denetime olanak vermeyecek şekilde hüküm tesisi> isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel mahkeme ise 16.12.2008 gün ve 2474-3605 sayı ile;

<...CMK'da yapılan genel nitelikteki düzenlemenin tarih ve kapsamı dikkate alındığında İİK'nın 349. maddesi gereğince özellikle hürriyeti bağlayıcı cezayı veya adli para cezasını gerektiren suçlar hakkında doğrudan dava açılmasına ilişkin yasa hükmü 11 no'lu protokole göre hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6, CMK'nın 158 ve devam eden maddeleri doğrultusunda uygulama kabiliyetini yitirdiğinden bir suç isnadı ile özgürlüğü bağlayıcı cezaya hükmedilmesi için doğrudan dava açılması ve hatta sanığın yokluğunda yargılama yapılarak hüküm verilmesi mümkün bulunmamış, bu hal Ceza Muhakemesi Kanunu ile Sözleşmenin ihlali niteliğinde kabul edilmiştir.

Kaldı ki görülmekte olan dava Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 19.06.2003 gün ve 2003/2 sayılı iddianamesi ile açılmış olup, 5271 sayılı CMK'da şahsi dava yolunun öngörülmeyip özel yasalarda şahsi dava olarak görüleceği belirtilen davaların kamu davasına dönüşeceği, yasanın yürürlüğe girdiği anda görülmekte olan şahsi davaların kamu davası olarak yürütüleceği, derdest davalarda bu değişiklik nedeniyle görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla iddianame ile açılmış bulunan davada şikayetçi tarafın duruşmada hazır bulunmadığı gerekçesiyle İİK'nın 349. maddesi gereğince şikayet hakkının düşmesine karar verilmesi uygun bulunmamıştır...> gerekçesiyle ilk hükümde direnerek sanığın 2004 sayılı İİY'nin 331/1, 765 sayılı TCY'nin 522, 59 ve 647 sayılı Yasa'nın 4. maddeleri uyarınca 574 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay C. Başsavcılığı'nın 22.06.2009 gün ve 73395 sayılı <bozma> istemli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; İcra İflas Yasası'nın 331. maddesine aykırı davranma suçundan iddianame ile açılan bir davada, müştekinin mazeretsiz olarak herhangi bir oturuma katılmaması halinde 2004 sayılı İİY'nin 349/6. maddesi uyarınca şikayet hakkının düşmesine karar verilip verilemeyeceğine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğine göre;

Müşteki vekilinin C.Savcılığı'na verdiği 30.05.2003 tarihli şikayet dilekçesi üzerine Manisa C. Başsavcılığı'nca Manisa İcra Ceza Mahkemesi'ne iddianame ile dava açıldığı, verilen görevsizlik kararları nedeniyle dosyanın önce Manisa Birinci Asliye Ceza Mahkemesi'ne, bilahare Manisa İcra Ceza Mahkemesi'ne, bu mahkemenin de verdiği yetkisizlik kararıyla İzmir Onuncu İcra Ceza Mahkemesi'ne gönderildiği, yargılamanın İzmir Onuncu İcra Ceza Mahkemesi'nde devam ettiği aşamada müşteki vekilinin 07.02.2006 tarihindeki oturuma katılmasına karşın 12.05.2006 tarihli oturuma herhangi bir mazeret bildirmeden katılmadığı anlaşılmaktadır.

2004 sayılı İİY'nin <Alacaklısını zarara sokmak kasdiyle mevcudunu eksilten borçluların cezası> başlıklı 331. maddesinin suç tarihinde yürürlükteki hali; <Haciz yolu ile takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu, alacaklısını zarara sokmak maksadiyle, mallarını veya bunlardan bir kısmını mülkünden çıkararak telef ederek veya kıymetten düşürerek hakiki surette yahut gizliyerek muvazaa yolu ile başkasının uhdesine geçirerek veya aslı olmıyan borçlar ikrar ederek mevcudunu suni surette eksiltirse, aleyhine aciz belgesi istihsal edildiği veya alacaklı alacağını istifa edemediğini ispat ettiği takdirde, üç aydan üç yıla kadar hapis ile cezalandırılır.

... Bu suçlar alacaklının şikayeti üzerine takip olunur...> şeklinde olup, maddedeki yaptırım 4949 sayılı Yasa'nın 89. maddesiyle <altı aydan üç yıla kadar hapis ve bir milyar liradan yüz milyar liraya kadar ağır para>, 5358 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle de <altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adli para> cezası olarak değiştirilmiştir.

İİY'nin şikayet süresini düzenleyen 31.05.2005 gün ve 5358 sayılı Yasa'nın 20. maddesiyle değişik 347. maddesi; <Bu Bapta yer alan fiillerden dolayı şikayet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer>,

Yetkiyi düzenleyen 31.05.2005 gün ve 5358 sayılı Yasa'nın 20. maddesiyle değişik 348. maddesi; <Bu Bapta yer alan fiillerden dolayı yetkili icra mahkemesi, icra takibinin yapıldığı yerdeki mahkemedir>,

Muhakeme usulünü düzenleyen 349. maddesi; <Şikayet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikayetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.

İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeğe mecburdurlar.

İcabında merci, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.

Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoluyla sorguya çekilir.

Maznun, şikayeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.

Şikayetçi muavven zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikayet hakkı düşer.

Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda yazılı hükümler tatbik olunur,

<Duruşma> başlıklı 350. maddesi; <İcra mahkemesi iki tarafı ve delillerini dinler ve gerek tarafların gerek şahitlerin ifadelerini duruşma tutanağına geçirir.

Cumhuriyet Savcısı hazır bulundurulmaz> biçimindedir.

Ayrıntısı Ceza Genel Kurulu'nun 13.02.2007 gün ve 16-28 sayılı kararında da vurgulandığı üzere;

5237 sayılı TCY'de, cürüm-kabahat ayrımı ve buna bağlı olarak da yaptırım sisteminde yer alan ağır-hafif hapis ayrımına son verilmesi üzerine, yasada kabahat olarak öngörülen bir kısım eylemler 5326 sayılı Kabahatler Yasası ile idari yaptırımı gerektiren eylemler olarak düzenlenmiş, bir kısım eylemler ise suç haline getirilmiştir. Bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel yasalardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Yasa'ya uyarlanması amacıyla 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe konulan 5252 sayılı Türk Ceza Yasası'nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa'nın 7. maddesi ile yasalarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Yasası'nda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezası gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.

Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören yasa koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Yasa ile İcra ve İflas Yasası'nın 16. bab kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tabi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak, diğer bir kısım eylemleri ise kabahat olarak düzenlemiştir. Bu kapsamda 337, 338/2, 339, 340, 341, 343 ve 344. maddelerdeki eylemler kabahat olarak düzenlenip, disiplin hapsi veya tazyik hapsi şeklinde yaptırımlara bağlanmıştır. 331, 332, 333, 333/a, 334, 335, 336, 337/a, 338/1, 342, 345/a, 345/b maddelerindeki eylemler ise suç kapsamında sayılmış ve yaptırım olarak hapis cezası veya adli para cezası getirilmiştir. Bir kısım suçların re'sen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi şikayet koşuluna bağlanmıştır. Bu husus suç tanımının yer aldığı maddelerde, <Bu suçlar alacaklının şikayeti üzerine takip olunur> <alacaklının şikayeti üzerine>,

<ilgilinin şikayeti üzerine> <zarar gören alacaklının şikayeti üzerine> ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.

Bu düzenlemelere karşın İcra İflas Yasası'nın, bu yasadaki suçlara ilişkin muhakeme usulünü düzenleyen 349. maddesinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle, bu yasada öngörülen şikayete bağlı suçlar açısından kendine özgü muhakeme usulü yeni dönemde de uygulanmak zorundadır.

Bu açıklamalar bakımından varılan sonuçları şu şekilde belirtmek mümkündür;

1- İcra İflas Yasası'nda yer alan şikayete tabi kılınan suçlar dolayısıyla yapılan şikayet İİY'nin 347. maddesinde belirtilen süreler içinde, aynı Yasa'nın 348 ve 349. maddeleri uyarınca yetkili İcra Mahkemesine yapılmalıdır.

2- Bu suçlarla ilgili dava açma yöntemi, İİY'nin 349. maddesinde açıkça belirtilmiş bulunduğundan, şikayet, Yasa'nın 346. maddesi uyarınca yetkili kılınan İcra Ceza Mahkemesine yapılmalı ve bu suçlarla ilgili soruşturmalarda 5271 sayılı Yasa hükümleri değil, İİY hükümleri uygulanmalıdır.

3- Şikayete tabi olduğu belirtilen bu suçlarla ilgili olarak, şikayetin doğrudan İcra Ceza Mahkemesine yapılması gerektiğinden, 5271 sayılı Yasa'nın 170. maddesi uyarınca iddianame düzenlenmesine gerek bulunmamaktadır.

Bütün bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

İcra İflas Yasası'nın 331. maddesinde düzenlenmiş bulunan ve kovuşturması şikayete tabi olan alacaklısını zarara sokmak kasdiyle mevcudunu eksiltmek suçunda, şikayetin İcra İflas Yasası'nın 347. maddesinde belirtilen süreler içinde ve 348 ve 349. maddelerde yetkili mahkeme olarak gösterilen İcra Ceza Mahkemesine yapılması gerektiği ve dava açma ile davayı yürütme yönteminin de 5271 sayılı CYY hükümleri uyarınca değil, Yasa'nın 349. maddesinde belirtilen usule göre belirlenmesi gerekeceği açıktır.

Şikayete tabi olan bu suçtaki şikayetin doğrudan İcra Ceza Mahkemesine yapılması gerekli olup, 5271 sayılı CYY'nin 170. maddesi uyarınca iddianame düzenlenmesine gerek bulunmadığından, somut olayda davanın iddianame ile açılmış olmasında isabet bulunmamaktadır. Bununla birlikte, müştekinin C.Savcılığı'na verdiği şikayet dilekçesinin İcra Ceza Mahkemesine gönderilmek yerine iddianame düzenlenerek dava açılmış olması müşteki aleyhine sonuç doğurmayacaktır. Ancak, şikayet dilekçesiyle açılması gereken davanın usulüne uygun olmayacak bir biçimde iddianame ile açılmış olması, davayı kamu davası niteliğine de dönüştürmeyecektir.

Bu nedenle, İİY'nin 331. maddesi uyarınca açılan bu davada 5271 sayılı CYY kurallarının değil, İcra ve İflas Yasası'nın 349. maddesindeki usul kurallarının uygulanması gerekeceğinden, anılan maddenin 2. fıkrasındaki, <iki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeye mecburdurlar> hükmü ile 6. fıkrasındaki, <şikayetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikayet hakkı düşer> biçimindeki düzenleme karşısında, müşteki vekilinin 12.05.2006 tarihli oturuma herhangi bir mazeret bildirmeden katılmamasından dolayı yerel mahkemece müştekinin şikayet hakkının düşmesine karar verilmesi gerekirken, direnme kararı verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin 322. maddesi gereğince Ceza Genel Kurulu'nca da karar verilmesi olanaklı bulunduğundan, müştekinin şikayet hakkının düşmesine karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1- İzmir Onuncu İcra Ceza Mahkemesi'nin 16.12.2008 gün ve 2474-3605 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin 322. maddesi gereğince Ceza Genel Kurulu'nca da karar verilmesi olanaklı bulunduğundan, İcra ve İflas Yasası'nın 349/6. maddesi uyarınca müştekinin ŞİKAYET HAKKININ DÜŞMESİNE,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığı'na TEVDİİNE, 08.12.2009 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.


NAFAKA SUÇLARINDA ŞİKAYET SÜRESİ ALACAKLININ ŞİKAYET DİLEKÇESİNDE BELİTTİĞİ ÖDENMEYEN AYLAR DİKKATE ALINARAK BELİRLENİR.

 
T.C. YARGITAY
16.Hukuk Dairesi

Esas: 2009/9630
Karar: 2010/426
Karar Tarihi: 01.02.2010

ÖZET : Nafaka borcu her ay işleyen cari alacak niteliğindedir. Müşteki vekili şikayet dilekçesiyle borçlunun, 2008 yılı Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına ait nafaka borcunu ödememesi nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dilekçede Temmuz ayındaki nafaka borcunun da ödenmediği belirtildiğine ve şikayetin de 23.09.2008 havale tarihi ile yapıldığı gözetildiğinde üç aylık hak düşürücü süre geçmeden şikayette bulunulduğu kabul edilmelidir. Hal böyle olunca itirazın reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(2004 S. K. m. 344, 347) (5271 S. K. m. 309) (YCGK 16.04.2002 T. 2002/16-105 E. 2002/229 K.)

Nafaka hükümlerine uymamak eyleminden borçlu İ.K.'ın 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 5358 sayılı Kanunla değişik 344. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Ödemiş İcra Mahkemesi’nin 27.02.2009 tarihli ve 2008/2390 esas, 2009/473 sayılı kararına karşı yapılan itirazın kabulü ile anılan kararın kaldırılmasına, süresi içerisinde şikayette bulunulmadığından İcra ve İflas Kanunu'nun 347. maddesi uyarınca şikayet hakkının düşürülmesine ilişkin Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.04.2009 tarihli ve 2009/335 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.

Tebliğname ile;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 16.04.2002 tarihli ve 2002/16-105 esas, 2002/229 sayılı kararında da belirtildiği üzere, nafaka borcunun her ay işleyen cari alacak niteliğinde olduğu, müşteki vekilinin 23.09.2008 havale tarihli şikayet dilekçesinde 2008 yılı Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına ilişkin nafaka borcunun ödenmemesi sebebi ile şikayetçi olunduğu ve suç tarihi ile şikayet tarihi arasında İcra ve İflas Kanunu'nun 347. maddesinde öngörülen 3 aylık şikayet süresinin dolmadığı gözetilmeden itirazın reddi yerine yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesinde isabet görülmemekle anılan kararın 5271 sayılı CMK’ nun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu, Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 03.12.2009 gün ve 67922 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay C. Başsavcılığı’nın 18.12.2000 gün ve K.Y.B. 2Ü09/283376 sayılı tebliğnamesiyle istenilmiş olmakla, gereği görüşüldü:

Nafaka borcu her ay işleyen cari alacak niteliğindedir. Müşteki vekili 23.09.2008 havale tarihli şikayet dilekçesiyle borçlunun, 2008 yılı Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına ait nafaka borcunu ödememesi nedeniyle İİK.' nun 344. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dilekçede Temmuz ayındaki nafaka borcunun da ödenmediği belirtildiğine ve şikayetin de 23.09.2008 havale tarihi ile yapıldığı gözetildiğinde İİK' nun 347. maddesinde düzenlenen üç aylık hak düşürücü süre geçmeden şikayette bulunulduğu kabul edilmelidir. Hal böyle olunca itirazın reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle Yargıtay C. Başsavcılığı’nın kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.04.2009 tarih ve 2009/335 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK.’nun 309/4-c maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın yenilenmesi yasağı nedeniyle bozma ilamı doğrultusunda yeniden yargılama yapılmasının gerekmediğine, dosyanın Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 01.02.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

KEFİL, KEFİL OLDUĞU MEBLAĞLA SORUMLUDUR.

T.C. YARGITAY

19.Hukuk Dairesi
Esas: 2002/9808
Karar: 2003/12829
Karar Tarihi: 17.12.2003

ÖZET: Dava itirazın iptaline, takibin devamına ve icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece bilirkişi raporu benimsenerek davalının icra takip tarihi itibariyle …TL. borçtan sorumlu olduğu ve borca yönelik …TL. lık kabulü bulunması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Hükmün onanması gerekir.
(2004 S. K. m. 67)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili, müvekkil banka ile dava dışı İ. Ö. arasında akdedilen genel kredi sözleşmesinde davalının kefil olarak imzasının bulunduğunu, kredi borcunun ödenmemesi üzerine borçlular aleyhine başlanılan icra takibine davalının kısmi itirazı nedeniyle takibin durduğunu belirterek, itirazın iptaline, takibin devamına % 40 icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı duruşmadaki beyanında kefaletinin 500.000.000.-TL. ile sınırlı olduğunu, davacı tarafın fazlaya yönelik taleplerinin reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece bilirkişi raporu benimsenerek davalının icra takip tarihi itibariyle 437.046.873.-TL. borçtan sorumlu olduğu ve borca yönelik 500.000.000.-TL. lık kabulü bulunması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Sonuç: Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve özellikle oluşa ve dosya içeriğine uygun ayrıntılı incelemeyi içeren uzman bilirkişi kurulu raporunun hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına, davacı banka 4389 Sayılı Yasa uyarınca her türlü harç ve teminattan muaf olduğundan 4.960.000.-TL. temyiz harcının davacı bankaya iadesine, 17.12.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

KİRA TESPİT DAVASINI KİMLER AÇABİLİR BİR YARGITAY KARARI

T.C. YARGITAY

6.Hukuk Dairesi
Esas: 2009/10893
Karar: 2010/660
Karar Tarihi: 28.01.2010

ÖZET: Kira tespiti davasını malik tarafından açılabileceği gibi malik olmayan kiralayan tarafından da açılmasında yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle kira tespiti davasının kiralayan olan davacı tarafından açılmasında ve yürütülmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır.

(1086 S. K. m. 428)

Dava: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı tahliye-kira tesbiti davasına dair karar davacı ve müdahil davacılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: Uyuşmazlık işyeri ihtiyacı nedeni ile kiralananın tahliyesi ve kira tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş hüküm, davacı ve müdahiller tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, kararın dayandığı gerekçelere göre davacının kiralananın tahliyesine ilişkin temyiz itirazı yerinde değildir.

2- Davacı ve müdahillerin kira tespitine ilişkin temyiz itirazlarına gelince;

Dava da dayanılan ve hükme esas alınan 01.07.1995 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflar arasında imzalanan sözleşme geçerli olup tarafları bağlar. Her ne kadar mahkemece davacının malik olmadığı ve malik olan müdahillerin çekmiş oldukları ihtarlarla davacının kiralayan sıfatına muvafakat etmediklerinden kira tespiti ile ilgili talebin reddine karar verilmiş ise de davacı, kiralayan sıfatı ile tahliye ve kira tespiti davası açmıştır. Kira tespiti davasını malik tarafından açılabileceği gibi malik olmayan kiralayan tarafından da açılmasında yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle kira tespiti davasının kiralayan olan davacı tarafından açılmasında ve yürütülmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır Mahkemece işin esası incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenle hükmün tahliyeye ilişkin kısmın onanmasına, 2 nolu bentte açıklanan nedenle hükmün kira tespitine yönelik kısmının bozulmasına ve onanan kısım için aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edenden alınmasına, 28.01.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İŞYERİ İHTİYACI NEDENİYLE TAHLİYE İSTEMLERİNDE İŞYERİ İHTİYACININ GERÇEK VE SAMİMİ OLUP OLMADIĞINA BAKILIR. FESHİN SÜRESİNDE OLUP OLMAMASI ÖNEMLİ DEĞİLDİR.

T.C. YARGITAY

6.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/644
Karar: 2011/1519
Karar Tarihi: 14.02.2011

ÖZET: Dava, işyeri ihtiyacı nedeni ile kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. Süresinde açılan davada tarafların tüm delilleri toplanarak işyeri ihtiyacının gerçek samimi ve zorunlu olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken kira sözleşmesinin süresiz hale geldiğinden bahisle feshi ihbarın süresinde yapılmadığından davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
(6570 S. K. m. 1, 7, 11)

Dava ve Karar: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı tahliye davasına dair karar davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, işyeri ihtiyacı nedeni ile kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, dava dilekçesinde kiralananı iki oğlu ile birlikte fırın olarak kullanacağını ileri sürerek işyeri ihtiyacı nedeniyle kiralananın tahliyesini istemiştir. Davalı ise davanın süresinde olmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece dava Borçlar Kanunu kapsamında tahliye davası olarak nitelendirilerek süresinde olmadığından bahisle reddine karar verilmiştir. 

Taraflar arasında düzenlenen 22.12.2003 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi ile kiraya verilen taşınmazın bulunduğu Kaynarca kasabasında Belediye teşkilatı olduğu kira sözleşmesinde belirtilen niteliklerinden üstünün çatı ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. 6570 sayılı yasanın 1. maddesindeki düzenlemeye göre kiralananın bu yasa hükümlerine tabi olduğu ve uyuşmazlığın buna göre çözümleneceği kuşkusuzdur. Anılan yasanın 11. maddesi hükmü gereğince kiracı kira süresinin bitiminden en az onbeş gün önce kiralananı tahliye edeceğini kiralayana yazılı şekilde bildirmek suretiyle sözleşmeyi feshetmediği takdirde, sözleşme aynı şartlarla bir yıl daha uzamış sayılır. 6570 Sayılı Yasa kiralayana süre bitimi nedeniyle sözleşmeyi fesih hakkı tanımadığı gibi, 7. maddesinde de tahliye sebeplerini sınırlı olarak saymıştır. Bu yasada ve Borçlar Kanunu'nda gösterilen haller dışında tahliye kararı verilemez. 6570 sayılı yasanın 7/c maddesine dayalı olarak süresinde açılan davada tarafların tüm delilleri toplanarak işyeri ihtiyacının gerçek samimi ve zorunlu olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken kira sözleşmesinin süresiz hale geldiğinden bahisle feshi ihbarın süresinde yapılmadığından davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır. 

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK.nun 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 14.02.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ÇEKİN DAVALININ ELİNDE OLMASI HALİNDE İŞLEYECEK KARİNELER

(Y. 15 H.D. 
24.05.2007 tarih ve 
2006/6743 E. ve 
2007/3511 K.)

Dava davacı tarafından keşide edilerek davalıya teslim edilen üç adet çekten ötürü davacının davalıya borçlu olmadığının tesbiti istemine ilişkindir. Çek, keşideci davacı elinde bulunmaktadır. Çek, davacıda olduğuna göre, bedelinin ödenerek hamilinden geri alınmış olduğunun kabulü gerekir. Bu karinenin aksini, davalı yüklenici ispatlayamamıştır. Yüklenici davalının temerrüdü sonucu yanlar arasındaki sözleşme uyarınca teslimi gereken sobaların davacıya teslim edilmediği ve dolayısıyla iş-eser bedelinin ödenmesi amacıyla davacıya verilen uyuşmazlık konusu üç adet çekin bedelsiz kaldığı ve bu sebeple bu çeklerin toplam miktarı tutarında davacının davalıya borçlu olmadığı sabit olduğu ve buna göre mahkemece, davanın tümden kabulüne karar verilmesi gerekir.

ZAMANAŞIMINA UĞRAYAN BİR SENEDİN CİRANTASINA ALACAK DAVASI DAHİ AÇILAMAZ

(Y.11.H.D. 
17.06.1993 tarih ve 
1992/4865 E. ve 1993/4363 K.)

Zamanaşımına uğrayan bir kambiyo senedine ciro suretiyle hamil olan kimse, keşideciye karşı temel ilişkiye dayanarak alacak davası açamaz.

KIYMETLİ EVRAKTA HAK SENETTEN AYRI OLARAK DEVREDİLEMEZ.

(Y.11.H.D. 
06.11.2003 tarih ve 
2003/3482 E. ve 2003/10515 K.) 

ÖZET : KIYMETLİ EVRAKLARDA HAK SENETTEN AYRI OLARAK DEVREDİLEMEZ. 

Davacı vekili, müvekkilinin davalı kooperatifin üyesi olduğunu, 17.09.2000 tarihli genel kurulda 3 milyar TL ara ödemenin yapılmasının, ödeyemeyenlerin ayrılabileceğinin ve üyelikten ayrılma halinde 05.11.2000 tarihinde yatırılan paraların iadesinin kararlaştırıldığını, müvekkilinin de üyelikten ayrılacak 18.02.2001 tarihinde 3 milyar TL alacağını tahsil ettiğini,bakiye alacağın olan 1.723.000.000 TL. nin tahsili için icra takibi yapıldığını, davalının haksız itirazı ile durduğunu iddia ederek, itirazın iptaline takibinin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacının üyelikten ayrıldığını, ödemeleri karşılığı 4.625.600.000 TL bedelli senet verildiğini, yerine üye alınmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar ve tüm dosya kapsamına göre, davacıya ödediği aidat tutarları karşılığı 05.11.2000 tarihli 4.625.000.000 TL bedelli bono düzenlenip verildiği, (6762 s.) TTK'nun 557 nci maddesine göre senet iade edilmeden senette belirtilen veya temel ilişkiye dayalı hakkın ileri sürülemeyeceği, davacının senedi kooperatife teslim ettiğini ispat edemediği, yemin teklif hakkını kullanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Somut olayda senet iade edilmeden senette belirtilen veya temel ilişkiye dayalı hakkın ileri sürülemeyeceği, davacının senedi kooperatife teslim ettiğini ispat edemediği, yemin teklif hakkını kullanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. İsabetli bulunan hükmün onanması gerekir.

FATURANIN TEBLİĞ İLE ÖDEME İHTARNAMESİNİN UYGULAMADA GÖSTERECEĞİ FARKLARA İLİŞKİN BİR YARGITAY KARARI

YARGITAY 19. HD. 
5.12.2003 T. 
E: 612, 
K: 12235

ÖZET: Faturanın tebliği, alacağın muaccel hale geldiğini gösterirse de temerrüt için borçluya ihtarname tebliğinin zorunlu olduğu–

Davalılar 14.10.1999 tarihli protokole konu bonolarla yapılan ödemelerin, ayrı bir borç ilişkisi ile ilgili olduğunu kanıtlayamamıştır. Yapılan ödemelerde gözetilerek dava tarihi itibariyle mevcut borcun tesbiti için alınan asıl ve tarafların itirazı ile alınan ek bilirkişi raporları hüküm kurmaya yeterli değildir. Zira en son fatura tarihi olan 20.5.1999 temerrüt tarihi kabul edilmiştir. Oysa faturanın tebliği, alacağın muaccel hale geldiğini gösterirse de, temerrüt için ihtarname keşide edilip, borçluya tebliğ edilmesi gerekir. Davalılar ihtarname ile temerrüde düşürülmemişlerdir. Bu itibarla temerrüt başlangıcı takip tarihidir. Mahkemece, açıklanan bu yönler gözetilmeden yetersiz bilirkişi raporunun hükme esas alınması bozmayı gerektirmiştir.

TANZİM TARİHİNİN GERÇEĞİ YANSITMAMASI BONONUN GEÇERLİLİĞİNİ ETKİLEMEZ.

YARGITAY 19. HD. 
7.11.2003 T. 
E: 2263, 
K: 11158

ÖZET : Bonoda tanzim tarihinin gerçeği yansıtmamasının, bononun geçerliliğine etkili olmayacağı–

Dava, «takip konusu bonodaki imzanın davacıya ait olmadığı» iddiasıyla «borçlu olunmadığının tespiti» istemine ilişkindir.

Mahkemece, «icra tetkik merciinde alınan bilirkişi raporuna göre imzanın borçluya ait olduğu» kabul edilmiş ancak «senetteki pulların tanzim tarihinden sonra tedavüle girmiş olması ve dolayısı ile tanzim tarihinin gerçeği yansıtmadığı» gerekçesiyle «takibin iptaline» karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Davacı, icra tetkik merciinde alınan bilirkişi raporunu kabul etmeyerek işbu menfi tesbit davasını açtığına göre, mahkemece konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan veya Adli Tıp Kurumundan imzanın borçluya ait olup olmadığı yolunda rapor alınmadan eksik incelemeyle karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Öte yandan mahkemece «imzanın borçluya aidiyetine» karar verilmiş olmasına, bononun tedavüle çıkarken tanzim tarihini içerdiğinin çekişmesiz bulunmasına ve bonoda tanzim tarihinin gerçeği yansıtmamasının, geçerliliğine etkili olmamasına rağmen, talepte aşılarak «takibin iptaline» karar verilmesi de kabul şekli itibariyle isabetli değildir.

NEYİN TEMİNATI OLDUĞU AÇIKÇA BELİRTMEYEN SENETLER SADECE TEMİNAT SENEDİ OLMASI HASEBİYLE SENEDİN GEÇERLİLİĞİNE ENGEL OLMAZLAR

YARGITAY 19. HD. 
25.5.2004 T. 
E: 2003/10426, 
K: 6146

ÖZET : Senet arkasında «senedin neyin teminatı olduğu» açıkça belirtilmedikçe «senedin teminat senedi olduğu» şeklindeki yazıların senedin geçerliliğinde etkili olmayacağı–

...Dava konusu bononun arkasındaki «dolap tabela» şeklindeki sözcükler tek başına bu senedin teminat senedi olduğunu göstermez. Başka bir deyimle, senet arkasındaki neyin teminatı olduğu açıkça belirtilmedikçe, bu şekilde yazılan yazıların bono vasfına ve senedin geçerliliğine etkisi yoktur. «Senedin teminat senedi olduğuna» ilişkin ayrı bir yazılı belge de sunulamadığına göre, mahkemece delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.



AYNI KONUDA


YARGITAY 19. HD.
7.10.2003 T.
E: 2002/5138,
K: 9383

ÖZET : Senedin arka yüzünde «teminat senedidir 3. kişilere ciro edilemez» kaydının bulunmasının -teminat kaydında neyin teminatı olduğu açıklanmadığından- senedin geçerliliğine etkili olmayacağı–

Dava konusu bono, TTK’nun 788. maddesi hükmündeki yasal unsurları taşımaktadır. Davacı bonodaki imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürmüşse de imzanın kendisine ait olduğu uzman bilirkişi raporu ile saptanmıştır. Her ne kadar senedin arka yüzünde «Teminat senedinin üçüncü kişilere ciro edilemez» kaydı bulunmakta ise de, teminat kaydında neyin teminatı olduğu açıklanmadan, senedin geçerliliğine etkili olamayacağı öğretide ve uygulamada kabul edilmektedir. Öte yandan, «üçüncü kişilere ciro edilemez» kaydı da bononun geçerliliğine etkili olmayıp senedi nama yazılı hale getirir. Bu durumda mahkemece menfi tesbit davasının reddi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulünde isabet görülmemiştir.

Beğen ·  · G